Ana içeriğe atla

TUTKU VE SIR, VOLKAN AY, ROMAN [PULP]




 


Kasabanın ölüm meleğinin gece sorgusundan sonra eski bir Amerikan arabasıyla Route 66'i Los Angeles'a varana dek sürmek dışında bir planı kalmamıştı. Boş tren istasyonuna ürkütücü bir sessizlik hakimdi. Altı blok ötede boğazı maket bıçağıyla kesilmiş bir makdulun cesedi ahşap bir bavul içinde bir çöp tenekesinin yanında çürüyordu. Türkiye'den gelen 16yy'a tarihlenmiş bükümü ve yalmanıyla darbe ve kesim gücü yüksek, oldukça keskin nadir bir kılıç ahşap kadife kaplı kutusunun içinde takırdayarak giden eski bir trenin lokanta vagonunun masalarının birinde pencerenin hemen yanında duruyordu. 





TUTKU VE SIR

VOLKAN AY




1

"Köpekleri Puik gibi"
"Puik?"
"Vardı ya Zagor'da uyuz bi köpek"
Duvardan atladılar.
"Rintintin"
"Puik"
"Rintintin konuşabiliyordu en azından"
"Ama bekçi var bir tane"
Karanlığın içine sindiler.
İnşaat alanı çok sessiz ve  büyüktü.
Gündüzleyin içeri girmeyi denemiş fakat içeri alınmamıştı. O da gördüğü kadarını Salman'a anlatmış ve şimdi buradaydılar. 
"Dediğim gibi mi?"
El fenerinin beyaz ışığında çukurdaki eski duvarlara baktı.
"Kesinlikle. Bu birinci katı birkaç yüzyıl öncesine ait, tam bir şey söylemek mümkün değil ama burası coğrafi olarak merkezi bir yer. Çok daha eskiden beri burasının bir yaşam alanı olarak kullanılmış olması muhtemel"
Bir yarımada çıkıntısının ortasındaydılar.
"İçme suyu kaynağı da yakın. Muhtemelen alt katmanlarda ilk çağa kadar inilebilir."
Salman Antropoloji okumuş, arkeoloji ile de ilgileniyordu. Daha önce öğrencilik yıllarında kazılarda da bulunmuştu. Bu aslında kazı alanı haline getirilmesi gereken geniş inşaat alanı sadece ilk katmanda yüzlerce yıllık birikimi barındırmıyor, ayaklarının altında çok daha eski zamanlara ait yapıların olacağını da tahmin edebiliyorlardı. İnşaat sahipleri kepçelerle kazmayı duvarların ortaya çıkmasının ardından durdurmuş, kazma küreklerle üstlerindeki toprak örtüsünü alan vahşice bir saldırıya geçmişlerdi. Muhtemelen çıkan parçaları da herhangi bir kayıt yaptırmadan kendilerine alıyor ve yurtdışı pazarında satmak üzere alıkoyuyorlardı. Zamanları olmadığından normalde küçük özel aletler ve zaman zaman fırçalarla yapılması gereken arkeolojik kazı, kazmalarla ve küreklerle gizlice yürüyordu. Yakında derinliğine kepçelerle kazmaya geri dönüp beton dökme işlemine geçtiklerinde bu arkeolojik alan onların burada bulunduklarının bütün kanıtlarıyla birlikte ortadan kalkacaktı. 
"Alışveriş merkezi yapmayı planlıyorlar,tek bildiğim bu, gerideki geniş alan da site olacak."
El feneriyle yaklaşan bekçi, köpeğin havladığı yöne doğru yürürken Salman arkadaşıyla birlikte geldikleri duvardan atlayıp yakına park ettikleri arabalarına binip uzaklaştı.
"Hey, siz ikiniz" 
Son duydukları buydu.
Eve vardıklarında kapıyı Salman'ın eşi Daria açtı. Daria Ukrayna kökenli kırklı yaşlarına yaklaşmış rüya gibi bir kadındı. Batmakta olan bir Moda dergisinin editörlüğüne soyunmuştu. Sektörün diğer dergilerinden ayrılmak için inandığı moda ve sanat aşkını sayfalara taşımaya çalışmıştı. Moda fotoğrafçılarından çok sanat işleri yapmaya meyilli bağımsız tiplerle çalışıyor, olağanüstü işler çıkarmasına karşın bu aşk platonik gibi görünüyordu. Aldıkları reklamlar kağıt parasını ve dağıtımı dahi karşılamamaya başladığından bağlı oldukları yayın grubu tarafından kaynakları kesilmek üzereydi. On senedir burada ve evli olduklarından türkçeyi aksansız konuşuyordu. Ayrıca aileden gelen rusçası ve ingilizcesi vardı. 
"İçeri gelin"
Bira açmışlardı. Televizyonda izlediği diziyi kapatıp seveceklerini bildiği Amerikan Güreşçilerine çevirdi. Ekranda sarışın saçlarını iki yanda bağlamış güzel bir kız ringin iplerine tırmanıp ters takla atarak uçup yerdeki rakibinin üstüne dirsek vuruşu yaptı. 
Salman onunla ilk olarak kendi yazdığı bir romanda karşılaşmıştı. Onyedinci yüzyılda geçen Osmanlı denizcilerinin ve korsanların başından geçenlere odaklanan bu roman aslında hiç basılmamıştı ancak Daria ile tanışmasına sebep olmuştu. Gençliğinde okul bittikten sonra değişik işlerde çalışırken yazdığı ilk iki bölümün sonunda vebadan kaçanların bindiği ölülerle dolu bir gemide romanın ana kadın karakterinin genç hali ile karşılaşıyorlardı. Romanda tam bu noktaya gelince sinema dışındaki aşağı yukarı tüm diğer görsel sanatların nabzının tutulduğu bir internet sitesinde buna uygun güzel bir kız aramaya koyulmuştu. Şimdiye dek ana karakterin karakter derinliğine ve yaşadıklarına yoğunlaşmış ama nasıl görüneceği üzerinde hiç durmamıştı ve şimdi tanımlaması gerekiyordu. Pek çok fotoğrafı inceleyerek geçerken Daria'nın Marta tarafından çekilmiş olağanüstü portreleri ile karşılaşmıştı. Romandaki kızın adı da çok yakın bir isim olan Marla olduğundan bu ona bir işaret olarak görünmüştü.  Çok orijinal ve akılda kalan bir yüzü, kızıl saçları, beyaz teninde dikkat çekici çilleriyle çok güzel bir kızdı. Anlatılmak için yazılmış bir masal gibiydi. Bütün bunlar birkaç dakika içinde olup bitmişti. Hemen geri dönüp yazmaya devam etmiş ve akıp gitmişti. Daha sonra siteye geri dönüp onu sosyal medyada bulmuş ve yazışmaya başlamışlardı. Model olarak çalışıyordu ve kendine özgü dişil bir tarzı vardı. Özellikle sevmediği kıyafetlerle çekim yaptığında öyle bir havaya bürünüyor öyle bir elektrik saçıyordu ki dünyanın en iyi fotoğrafçısı olsa bile buradan güzel bir kare yakalayıp çıkartamazdı. Bu Salman'ı çok güldürmüştü. Sadece yaydığı o değişik hava ile olanları kendine özgü pasif bir protesto edişi vardı. Salman'ı ilk dikkat çekici bulması daima analog makine kullanarak çektiği ve daima siyah beyaz olan fotoğraflarını gördükten sonra olmuştu. Her zaman ışığı biraz daha hassas alan 200 Asa film kullanıyor ve çıkanları daima beyaz çerçeveli fotoğraf kağıtlarına basıyor ve teneke kutularda saklıyordu.  Böylece değişik zamanlarda çekilen bütün fotoğraflar aynı bakışla birleştiğinde devam etmekte olan bir hikayenin birer parçası gibi duruyorlardı. Salman'ın sıradan anlara ve zamanlara odaklanan tuhaf bir bakışı vardı ve Daria bu bakışa aşık olmuştu. Hala analog çekimlerde ısrar eden bir çeşit inatçı romantikliği hoşuna gidiyordu.  Sergi başvuruları her zaman reddedildiğinden  bir süre sonra tamamen bırakmıştı. 
Üniversitelere bu saatte ulaşamayacaklarından, doğrudan arkeoloji profesörlerinin e posta  adreslerini ve telefonlarını arıyor ve durumun aciliyetini bildiriyorlardı. Birkaç gün içinde beton dökülüp ilk demirler atılmaya başlandığında yapılabilecek hiçbirşey kalmayacaktı. İnşaat alanında çektikleri fotoları sadece bir profesöre göndermeyi başarmışlardı. Şu anda bir yaz kazısının başında olan profesör "Her şey olabilir, resimler açık değil" demişti. Ama durumdan eminlerse ne yapıp edip kazıyı acilen durdurmaları gerekiyordu. Savcıya gitmeleri durumun prosedürler zincirinde uzayıp gitmesine sebep olacaktı. Kaldı ki şirketle aralarında herhangi bir resmi yazışma olduğunda apar topar çukuru kapatacaklar, şimdiki gibi parçaları kazma kürekle vahşice giriştikleri kazıdan da vazgeçecek, ellerindeki son bir kaç günlerini de kaybedeceklerdi. Polis ellerinde bir tutuklama kağıdı, durdurma hükmü olmadan hiçbir şey yapamazdı. Kaldı ki bununla bile büyük şirketler karşısında zaman zaman çaresiz kaldıklarını çevre çalışmalarından biliyorlardı. Salman'ın annesinin  içinde çalıştığı çevre örgütü çevreyi kirleten fabrikalara ya da tarım arazilerine usülsüz giren şirketleri dava ediyor, kapatma ve durdurma kararları çıkıyor ama herşey her nasılsa sürüp gidiyordu. 
"Şimdi çok güzel oldu"
"Şimdi çok güzel oldu da uygulanamaz bir şey bu Karancığım"
"Sen bunu mimara gönder kesin kabul eder"
"Mimar kabul eder, müşteriye de kabul ettirir de, sonunda iş bana gelecek, bunu uygulamam mümkün değil"
"Esnek yeni malzemeler çıktı"
"Çok pahalı onlar, o maliyet bu hesapla çıkmaz"
Kısa bir süre sonra bira içip güreş seyretmeye ve makinenin başında 3D Max programında yenilenmekte olan bir otelin iç mimari çizim tartışmalarına başlamışlardı. Tartışmaları her zamanki gibi klasik, Karan'ın yaptığı olağanüstü güzel, değişik ve orijinal ancak uygulanamaz iç mimari projeleriydi. Bunları uygulanabilir bir formata çekene kadar işler mimar, müşteri ve Karan arasında defalarca gidip gelirdi. Salman uzun yıllardır aynı mimarın yanında çalışıyor jaluzi takmaktan, maket bıçağı ile kestiği duvardan duvara değişik halılar döşemekten, hazır gelen kartonpiyerleri alçıyla yapıştırmaya, duvarları pürüzsüz kılan saten alçı çekmekten, eskimiş parkeleri makineyle sistre yapmaya kadar iç dekorasyondaki aşağı yukarı herşeyi yapıyordu. Kibar ve zarif bir hanım olan iç mimarları daima Salman'ı kopyalamak istediğini söyler ve ona güvenirdi.
"Ee" dedi Daria yanlarına gelip 
"Hepsi bu kadar mı?"
"Kahramanlarım?"
"Ne yapabiliriz ki?" dedi Karan makinenin başından.
"Yarın bir ara gene bakarız" dedi Salman.
"Sen gördüklerinden emin misin?" diye sordu Daria. 
Salman onayladı ve ayrıntılandırdı. Günler değil durdurmak istiyorlarsa saatler bile önemliydi.
Daria'nın kendiliğinden dalgalı kızıl saçlarıyla gerçeküstü bir güzelliği vardı. Salman ona olağanüstü derin bir tutkuyla ve aşkla bağlıydı. Ancak henüz bunu bilmeseler de birlikte son birkaç günlerini yaşıyorlardı.
 


2

"Evet, acil  bir durum, bir gece savcısına ve gece muhabirlerine ulaşabilir miyiz? Acil olmasa rahatsız etmezdim sizi"

Daria bir taraftan telefonla konuşurken, bir yandan da Karan ve Salman'ın önündeki dizüstü bilgisayarın fişini çekip kapatarak koltuk altına almıştı. Çalışma odasına girip kapıyı kapattı. Sesi zaman zaman yükseliyor, telefonu kapattıktan sonra başka yerleri arıyor ve konuşurken odanın içinde gidip geliyordu. Bir saat kadar sonra çıktığında "Tehdit telefonları gelmeye başladı, demek ki doğru yoldayız" demişti. 

Tehdit telefonlarının biri bu işin arkasını bırakmasını, aksi taktirde cevaplarının hızlı ve sert olacağını söylüyordu. Bir diğeri rus aksanlı ingilizce konuşan bir kadına aitti, sesi sinirden titriyordu ve projenin engellenmesinin ölüme varan sonuçları olabileceğini bilenlerin arasına katılmak üzere olduğunu söylüyordu. İkisi de kendilerini tanıtmamışlardı. Resmi yollarla kendilerine ulaşılması durumunda konuşmayı reddedeceklerdi.

"Lanet olası kızıllar" diye güldü Karan.

"Kötü bir ününüz var"

"İşte bir doğal kızıl" dedi Salman.

"Dünyayı ölümüne çalkalayabilir"


Tutkunun geçen seneler içinde zamanın sınamalarıyla beraber pek çok zaman zayıflayıp olduğu yere yavaşça ve sessizce çöken bir duygu olduğunu biliyorlardı. Gürül gürül yanan ocak ateşlerinde zaman zaman soğuk küller dolaştığını. Ama onlarınki öyle olmamıştı. Aralarındaki bağı her daim ayakta tutan birşeyler onları daima bulmuş, her zaman tutkularını ateşleyen yeni bir gerilim hayatlarının her dönemini etkisi altına almıştı. Tehditler Salman'ı düşündürmüş, tedirgin etmiş, korkutmuş ancak hiçbir zaman bunu Daria'ya yansıtmayacak ve ilerde sonuçları ne olursa olsun bundan pişmanlık duymayacaktı. Böylece onları bekleyen belki çok uzun bir süre, belki sonsuza dek aralarında kalacak bir sırrın onları yakalayacağını ve hayatlarını bir daha asla eskisi gibi olmayacak biçimde değiştireceğini bilmiyorlardı. 

"Ben yatıyorum, Sizde ortalığı fazla dağıtmayın" diye seslendi Daria yatak odasına geçerken. Onları bazen onlu yaşlarındaki çocuklar gibi görüyordu. Biralarını bitirmiş dizüstü bilgisayarları birbirine bağlamış, birbirleriyle bir savaş stratejisi oyunu olan Age of Empires oynamaya başlamışlardı. Karan ekonomisi iyi olduğundan bütün gelişmeleri yapılmış atlı ve zırhlı Paladin orduları gönderiyor. Salman onu maliyeti düşük mızraklı askerlerle karşılıyor ve bir taraftan da haritayı olabildiğince görünür kılmak için keşif kolları yolluyordu.

Daria salonla birleşik mutfakta sabah kahvaltısını ayakta tamamlayıp işe giderken ikisi de hala uyuyorlardı. Akşam döndüğünde üstünde çalıştıkları işleri bitirmişler, Salman'ın arkeoloji konusundaki uzun söylevini dinleyen Karan nezaketen ilgili görünmek için sorduğu sorulara uzun yanıtlar almaktan yorulmuştu.

Örneğin bir ahşap eser uygun bir ortamda toprak ya da su altında binlerce yıl korunabilmekte fakat dikkatsiz ve de bilgisiz kişilerce -hiç bir
önlem alınmaksızın- yerinden alınıp yeryüzü ortamına getirildiğinde birkaç saatten az bir zamanda tanınmayacak biçimde dağılıp bozulmaktaydı. Ya da ilk çıktığında son derecede sağlam ve etkileyici kerpiç bir mimari doğa  
koşullarına korumasızca bırakıldığında en çok üç beş yıl içinde tanınmayacak biçimde tahrip olmaktaydı. O halde açığa çıkarılan kalıntıları yalnızca kaydetmek de yeterli değildi. Kıbrısta girdiği bir müzede korunan korsan gemisinin iskeletinin bulunduğu ortamdaki nem ve sıcaklığın daima nasıl kontrol altında tutuluyor olduğunu anlattı. 

Kaba toprak atıldıktan sonra en yararlısı ince uçlu ve keskin kenarlı çapalarla ve kazıma için de malalarla devam etmek gerekiyordu. Arkeolojik kazı çıkacak eserlere zarar gelmesini engellenmesi için oluşan bu yavaşlığından ötürü senelerce sürerdi. Yağış ve çalışma şartlarından ötürü ortası yaz mevsimine denk gelen çok uzun olmayan bir dönem tercih edildiğinden bu tür bir kazı şirketin hiçbir şartta kabul edemeyeceği bir durumdu. Kaba inşaatı anlaşılan o ki bu senenin sonuna kadar bitirmeyi planlıyorlardı.

Kendi gittiği kazıda höyükleri uzaktan keşfetmeyi kümelenmiş toprakları araştırmayı, ana doğal yollara ve akan suya yakınlığına bakmayı nasıl öğrendiğini  anlattı.  Türkiye'nin her tarafında henüz kazılmamış yüzlerce höyük vardı. Onlarca yabancı üniversiteden kazmaya gelen ve onlarca yerli üniversiteden arkeoloji kazıcıları olmasına karşın genel olarak bu höyükleri bulanlar dünyanın her tarafında amatör olarak arkeoloji ile uğraşanlar oluyordu.

Höyük, eski yerleşim yerlerinin zamanla toprakla örtülüp tepe biçimine gelmiş haline verilen isimdi. Höyükler genelde üst üste gelmiş çok evreli, tabakalar halinde olan yerleşim yeri birikimleriydi ve günümüze göre en yakını en üstte olmak üzere eskiye doğru uzanan bir katmanlaşma gösterirlerdi. O yüzden dün gittikleri yerde gördükleri ilk ortaya çıkan binalar muhtemelen Osmanlı dönemine aitse de geriye doğru kazıldığında merkezi bir akropol,  bir ören yerinin oldukça iyi durumda bulunması çok olasıydı. Ayrıca tarımsal etkinlikte bulunulmamış, düz ve üzerinde kalın bitki örtüsü yetişmeyen sahalardaki yapılar toprak  üzerindeki izlerini bin yıllarca koruyabilirlerdi ancak bunun için artık çok geç kalınmış görünüyordu.

Daria akşam kapıyı anahtarla açıp girdiğinde "Pizza söyledim" diye seslendi. "Birazdan gelir"

Karan içerden "Kurtar beni Daria" diye seslendi. "Amatör bir arkeolog olmak üzereyim, top sakalım çıkıyor"

Pizzadan sonra Daria çalışma odasında telefon konuşmalarına devam etmiş, Karan kendi evine dönmüştü. 

Ertesi sabah Daria kahvaltıdan önce normalde yapmayacağı biçimde alışverişe çıkmış ve birkaç tane gazete ile dönmüştü. İnşaat haberi Hürriyet, Milliyet ve Sabah gazetelerinin iç sayfalarına göndermeli olarak ilk sayfasında basılmıştı. Talan, Arkeolojik Hazine Yağması ve  Usulsüz İnşaat başlıklarıyla sayfanın alt orta tarafında ciddi ve gözden kaçmayacak biçimde sunulmuştu. İçerde ayrıntılar ve daha fazla fotoğraf vardı. Salman Daria'yı eğilip öptü. "Savcılığın olaya el koymasını her nasılsa ilk etapta engellediler ama başka bir yerden yeniden karşılarına çıktık." demişti. O gece, gece savcısı bir grup polisle birlikte inşaat yerine gelerek inşaat alanını mühürlemişti. Yakında Sit alanı olarak ilan edilecekti. Kağıtlar gidip gelmiş, telefonlar açılmış ve Daria her nasılsa bir şeyi içeriden hareket ettirmeyi başarmıştı. Mekanizmaları Steampunk filmlerindeki tekerlekler üzerinde çok yavaş ilerleyen büyük evleri anımsatıyordu. 


O akşam haberi alan Karan'da kız arkadaşlarından biriyle ellerinde bir şişe beyaz şarapla gelmiş ve bütün gece sohpet etmişlerdi. Yine de kimsenin söylemediği ve dile getirmek istemediği tuhaf, tedirgin edici bir sis vardı. Kahkahalar atarken de arkada, çok gerilerde bir yerlerde koyu gri yağmur bulutlarının gölgeleri üzerlerine düşüyor; zamanın, kaderin ve sevginin bu tuhaf kesişimi tek başlarına hayatlarında bir aydınlık nokta olarak kalamıyordu. Karanlığın gölgesinin ürpertisi her adımda nefeslerine dek sızıyordu. Gecenin ilerleyen saatlerine doğru herkesi kaplayan his kuşku uyandırıcı ve ürperticiydi.

Bu birlikte geçirdikleri son geceydi. 





 
3

Sabaha karşı şehrin varoşlarında dolaşıyor ve dişine göre bir araba arıyordu. Bu iş için uzun zamandır görmediği abisinin evinde kalmıştı. Abisi onun işlerinden şöyle böyle haberdardı. Kardeşi bu inşaat grubunun bünyesine girdiğinden beri şeklini iyice düzeltmişti. Akşam memleketlerinde bir ev taksidine girmeyi düşündüğünü söylemişti. Evde küçüklü büyüklü pek çok çocuk vardı. Yüklüğün yanında serilen yer yatağına yatmış sabaha karşı evden çıkmıştı. Alarmı öten birkaç arabanın yanından hızlıca uzaklaştı. Oto fareliği yaptığı günlerden beri paslanmış gibiydi. Nihayet güzel bir yerde onu bekleyen beyaz bir arabayı gözüne kestirdi. Kapısını uzun saç tokalarına benzeyen sert bükülebilen kablolarla açıp, direksiyonun altındaki parçayı tornavidayla indirdi. Dört kablo çıkmıştı. Kırmızıyı yeşile bağladı. Kapıyı kapatıp içeri girdi. Artık onu fark etseler de arabanın benzini varsa çekip gidebilecekti. Mavi kablo ile sarıyı birbirine sürterek motoru ateşledi. Arabayı park edildiği yerden çekip sokaklarda sürmeye başladı. Henüz sabah vakit erken sayılırdı. Gri ışıklar apartmanlarda zayıf parıltılar yapıyordu. Martıların çığlıkları dışında şehir sessizlik içindeydi. Birazdan pencerelerden çalan uyandırma alarmlarının duyulmaya başlayacağını düşündü. Bu oto fareliği yaptığı günlerde paydos vakti demekti. Arabayı deniz kıyısına çekip bir saat uyuyabilmek için arka koltuğa geçti. Sonra kalkıp radyoyu açtı. Küçük sırt çantasının içinden son bir kez tabancayı çıkartıp baktı. Susturucusunu takıp geri çantasına koydu. Emniyeti açıktı. Doğru bir şekilde çarparsa buna ihtiyaç olmayacaktı. Kadının sabah işe giderken yol kısa olduğundan emniyet kemeri takmadığını öğrenmişti. Bu da alalacele edinilmiş aşağı yukarı tüm bilgiler gibi doğru değildi. Bu işten hoşlanmamıştı. Çok aceleye getirilmiş ona yeterli süre tanınmamıştı. Arkasında beceriksizce yapılmış gibi görünen bir iş bırakmaktan korkuyordu. Olurda içeri girerse bakabilecekleri bir ailesi de yoktu. Radyoyu kapattı. Saate baktı. Sürdü. Daha önce kendisini kullandıkları iki iştede olaylar intahar ve sağlık problemi olarak kayıtlara geçmişti. Yaşlı bir moruğu nefessiz bırakarak yatağından aşağı düşürmüştü. Moruğun boğuşacak kadar gücü yoktu. Kolay olmuştu. Diğerinde de adamın kendi silahını kasasından aslında bizzat kendi karısı tarafından alınıp ona teslim edilmişti. Onu öldürmeye geldiğinde gece kapıyı da adamın karısı açıp onu eve almıştı. Ölümüyle halledilecek meselelerden biri de yüklü bir hayat sigortasıydı ama onları ilgilendiren bu değildi. Bu sadece işi kolaylaştırıcı bir ayrıntı olmuştu. Adam elinde silahı gördüğünde kendi silahı olduğunu farketmemiş ve kasasına davranmıştı. O da içinden gelen bir dürtüyle yavaşça kasasını heyecan içinde açmaya çalışmasını beklemişti. Ona söylediği bahane nakit para çıkaracak olduğuydu. Sonunda kasayı açıp içinde silahı göremediğinde aşağı yukarı herşeyi anlamıştı. Karısının ismi dudaklarından dökülmüştü. Bir an ona belli belirsiz acıdığını hissetmiş sonra yaklaşıp ağzının içinden yukarı doğru sıkmıştı. Adam edindiği bilginin sonunda ona herhangi bir direnç göstermemişti. Ama şimdi hiç zamanları yoktu. Bu karşılık ani bir refleks gibiydi. Hızlı olması gerektiğine inanmışlardı. İnşaatı durduran bir kadın olduğunu biliyordu sadece. İnşaat gelecek senelerin bütün planlarının bağlı olduğu projelerin başında geliyordu. Kaçış rotasını dün gözden geçirmişti ve güvenliydi. Uzak bir noktada bir güvenlik vardı ve tesadüfen yakınlarda bulunup kaçarken müdahale etmeye kalkarsa onu da vurmayı göze almıştı, ama ayağına sıkacaktı. Onu öldürmek istemiyordu. Güvenliklerin de kendileri gibi ekmek parası peşinde koşan gariban adamlar olduğuna inanmıştı.

Sokağın başına çekip beklemeye koyuldu. Daria'nın arabasının çıkmasından hemen sonra o da arkasından sürdü. Daria bir kaç dakika içinde takip edildiğini fark etmiş, tehdit telefonlarından beri bu konuda tetikteydi, kısa bir telefon konuşmasıyla arabanın plakasını verip telefondakinden araştırmasını istemişti. Şehir içi otobana çıktığında onu gözden kaybetmiş gibi görünüyordu. Aynada saçlarına ve rujuna yeniden bakarken bir taraftan da yeniden takip edilip edilmediğini kontrol ediyordu. Aniden hızlanan beyaz bir araba arkasında belirdiğinde yavaşlayıp geçmesini beklemeye karar vermişti ama arkasından hızla durdurulamaz biçimde geliyordu. Son gördüğü de buydu. Arkadan sertçe vurmuştu. O da çelik bir çarpışma sesiyle güvenlik şeridindeki bariyerlere çarpmıştı. Hava yastığı açıldı, emniyet kemerini açmayı denedi. Arkada beyaz arabanın içinden çıkan adam elinde bir sırt çantasıyla yaklaşıp kapıyı açtıktan sonra çantanın içinden çıkardığı silahla iki el kafasına ateş etti. Hiç ses çıkmamıştı. Sonra sakince silahı çantaya geri koyup sırt çantasını taktıktan sonra bariyeri aşıp geniş parkın içinden koşmaya başladı. Sabah hızlı yürüyüşüne çıkmış birkaç ev kadını ve köpeğini gezdiren genç bir kız dışında kimse yoktu. Çarpışma sesine bakmışlar, olay yerine doğru hareketlenmişlerdi. Dikkatlerinin odağından koşarak ağaçların arasında kaybolunca yürüyüşünü yavaşlattı. Caddeye gelmişti. Cadde boyunca yürüyüp otobüs bekleyen kalabalığın önünden geçti. Midesi kazınıyordu. Kahvaltı etmemişti. Buluşacakları ara sokağı bulduğunda arabanın kendisini beklediğini gördü. Kapıyı açmayı denedi ama içeriden şöför tutuyordu.

"Bitirdin mi?"

Yeniden açmayı denedi.

Şöför koltuğundaki adam kapıyı tutarak sorusunu yineledi.

"Bitti mi?"

"Bitti"

Kapıyı serbest bıraktı. Yan koltuğa geçti.

"Hanım abla bitirmeden gelmesinler demiş"

"Tanık yok, rahattı" dedi adam radyoyu açarken.

"Sakalı kes" dedi şöför.

Oyun havaları ve klasik müziği geçip konuşmaların olduğu bir istasyonda durdu. Gazeteleri okuyorlardı. Pencereyi açtı. 

"Bu yaz sıcak geçecek" 





4

İçinde derinlerde bir şehirde sanki bütün binalar domino taşları gibi yıkılarak birbirlerinin üzerine çöküyorlardı. Hiçbir şey ayakta kalamıyordu. O da olduğu yere çökmüştü. Yanındaki adamın ona bir şeyler söylediğini ya da sorduğunu anlıyor ancak algılayamıyor ve cevap veremiyordu. Daria ölmüştü. Bedeni morgdaydı. Sanki hayat, kader ve zaman onun bütün yaşamı boyunca sahilin kıyısına inşa etmiş oldukları kumdan bir kaleydi  ve tek bir sert dalgayla alaşağı edilmiş, hatırladığı geçmişinden hiçbir iz kalmamıştı. Çölde az önce önünde duran kumdan bir tepe gibi, gelen ilk sert rüzgarla ortadan kalkarak gözünün önünde her tarafa savrularak dağılıyordu. Bu eve ölçü almak için geldiğini hatırlıyordu şimdi. Evin boyutlarını her yönden ölçüyor ve ölçüleri bilgisayar programında yeniden yaratmak üzere krokisini çizdiği deftere yazıyordu. Durdu. Mimarı arayıp çıkmak zorunda olduğunu söyledi. İşi ona bırakarak bulunduğu yere yakın bir duraktan eve doğru giden ilk belediye otobüsüyle yola çıkmıştı. Ayakta dururken insanlar, pencerelerden akan şehirin görüntüleri, öğleden sonrasının yeknesak uğultusu sanki bir hayal perdesinin arkasında cereyan ediyordu. Başında bir şeyler sarsılıyor ve defalarca ahşap bir evi temellerinden sallayan bir fırtınada kalmış gibi sarsıldıkça ayakta durmak dahi güç bir hale geliyordu. Zaman zaman gördüklerinin sisli bir perdenin arkasından izliyormuşçasına puslandığını hatta karardığını hissediyor, biri sanki onu durmadan bıçaklıyor ancak o ölemiyor ve çabasızca o acıyla hayatta kalmaya devam ediyordu. Cinayeti düşündü. Kimin öldürmüş olabileceğine dair en ufak bir kuşkusu yoktu. Cinayet tehditlerin hemen ardından neredeyse beceriksizce nefret dolu bir aceleyle yerine getirilmişti. Hayatının bundan sonrasının ölçüsüzce bir tutku ve adanmışlıkla ve çabasızca belirli bir kaderi izleyeceğini açıkça görüyor ve içinde derinde bir yerde bunu kabul ediyor olduğunu hissediyordu. Bir an inmek istedi. Eve gitmesi saçma olacaktı. Evde Daria yoktu ve o akşam gelmeyecekti. Sonraki durakta  inip sokaklarda yürümeye başladı. Daria'nın başka akşamlarda da gelmeyeceğini büsbütün yeni bir şey gibi algılamaya çalışıyordu. Ne tarafa gideceğini bilemeden bir an iki tarafa da bakan sokak köpeklerini gördü. Sanki bütün kalabalığın içinde sokak köpeklerini ilk defa o an fark ediyor gibiydi. Onların halleri sanki tam olarak ne olduğuna dair bir bilgileri olmadığı derin bir acıyı yaşadıklarını ve bugün onunla derin bir duygudaşlıkla bunu gönülden paylaştıklarını düşündürüyordu. İnsanlarsa gölgelere dönüşmüşlerdi. Karan'ı aradı. Taksiye binmek aklına gelmişti. Evde sadece votka içerek hiç konuşmadan altı saate yakın öylece durdular. Yavaş, sessiz ve derinden hareket edeceklerine dair birbirlerine söz veriyor gibilerdi. Artık engelleyemeyecekleri  bir savaşın başladığını ve durdurulamaz  biçimde ilerleyeceğini biliyorlardı. Duvardaki istasyon tipi duvar saatinin tiktakları geliyor, zaman çok yavaş akıyordu. Kapı çaldı. Kalkıp sessizce açtı.
 
"Sanırım sizin kediniz, gittim geldim kapının önünde bekliyordu"

Gülümsüyordu.

"Bizim kedimiz yok" dedi. Yinede aşağıda duran kediye baktı. Kedi net bir biçimde miyavladı. Siyahlı beyazlı bir kediydi. Yüzünde doğal bir maske varmış gibi desenli olanlardandı.

"İçeri gel" dedi.

Kedi uzun zamandır burada yaşıyormuş gibi eve çekinmeden girdi ve Karan'la birlikte aynı koltukta oturdular. Birkaç saat sonra kedinin gitmeyeceğini anlayınca çıkıp ona kuru mama, teneke bir mama kabı ve kedi kumu aldı. Döndüğünde Karan çekyatın üzerinde uyumuştu. Pike getirdi. O kedilere her daim inanırdı. Çocukluğundan beri kedilerin gizemli, olağanüstü ve ulaşılmaz dünyasıyla arasında sihirli bir bağ olduğunu hissetmişti. Onların sırlarına erişilemeyeceğini düşünürdü. İlk sevgilisi aklına geldi. Gençliğinde onunla Kediler & Köpekler'i sinemada izledikten hemen sonra akıllarına bir fikir gelmişti. Sinemadakiler kedilerin dünyayı ele geçirmeye çalışmasını engelleyen köpekleri destekliyor  ve köpeklerin kazanmasını umarken, film boyunca içten içe kedileri desteklediklerini fark etmişlerdi. Bir yolunu bulmaları gerekiyordu. Kediler insanları başımızdan her nasılsa def edip dünyayı yönetmelilerdi. Daria'ya da ona göklerde bir tapınak inşa edeceğini söylerdi sıkça ve bütün kalbiyle inanarak. Bu panteonda dünyanın her tarafından kediler özgürce dolaşacaklardı. Herşey kedilere gelecek ve kediler kendi aralarında baş başa çözeceklerdi. Son sözleri daima onlar söyleyeceklerdi. Onların bunu yapabilecek kudrete sahip olabileceklerine yürekten inanıyordu. Yaşadıkları şehir olan İstanbul sokak kedileriyle ünlü bir şehirdi ve şöhretlerini kesinlikle hak ediyorlardı. Salman mahallesindeki bölge savaşlarına daima aşinaydı ve dikkatle takip ederdi. Gelen kediye yeniden bakıp,

"Sen bir şey daha biliyorsun değil mi?" diye sordu. 

Kedi sessiz biçimde gözlerini yumdu. Bu sanki biliyorum ve hiçbir zaman söylemeyeceğim demenin kedilere özgü bir yoluydu. İçten içe hala kapının çalmasını ve Daria'nın gelmesini bekliyor ona bugün gelen kediyi nasıl anlatabileceğini kuruyordu. Saat ilerlemişti. Kediye dış kapıyı açtı ve isterse onu dışarı çıkartabileceğini söyledi. Kedi ona baktı ve yeniden salona döndü. Salman'da yatak odasına yürüdü ve Daria ile yataklarına girip sessizce uzandı. Daria'nın eşyalarına bakmak sanki herşeyi daha gerçekdışı ve inanılmaz hale getiriyordu. Henüz yarım bıraktığı bir roman komidinin baş ucundaydı. Parfüm. 

Birkaç gün böyle geçti. Karan gitmiş kedi de sokağa geri dönmüştü. Çürümüş bir bataklıkta giderek dibe batıyor gibiydi. Nefes alamadığını hissettiği çokça zaman oluyordu. Sabah Daria'nın ailesini aramıştı. Oteldeydiler ve onu görmek istemiyorlardı. Çocukluğundan beri bildiği ve inandığı ne varsa şimdi anlamsız geliyordu. Çok yüksekten beton bir zemine, sanki asıl gerçekliğe düşmüştü ve şimdi ayağa kalkamıyordu. 

Sessiz cenaze töreninde yakınına takım elbiseli bir adam gelmiş ve kartını vererek "Görüşmemiz gerekiyor" demişti. Yavaşlayan bir araba yaklaşmış arkadaki siyah cam yavaşça yukarı yükselmişti. "Bunlar onlar" dedi adam. "Cenazeye gelmişler" Araba hiç durmadan yeniden hızlanarak ortadan kaybolmuştu. Daha sonra telefon trafiği başladı. Günler boyunca süren telefon ve internet üzerinde yazışmalar bütün zamanını almaya başlamıştı. Salman sadece büyük bir kupada tekrar tekrar haşladığı soslarını bile açmadığı hazır makarna yiyor ve bazı geceler içki almak için dışarı çıkıyordu. Vize başvurusunda bulunmuştu ve onun hazırlanmasını beklerken vakit öldürüyor gibi bir hali vardı. Televizyon günlerdir açıktı. Karşısına geçip boş bakışlarla bir balina belgeselinin bütün bölümlerini seyretti. Hayatları boyunca karanlık denizlerde sessizce yüzen bu türün tek tek ve topluca sürü halinde karaya vurarak ölmeyi kendilerinin seçtiğini ve intahar ettiklerini düşünüyordu. Balkona çıktı. Işıl ışıl binalar topluluklarıyla uzaklardan görünen dünya şu anda birkaç gün öncesinden tamamen başka bir dünyaydı. O tamamen yabancı olduğu bu dünyada yeniden doğmuş gibi ayakta kalmaya çalışıyordu. Herşeyin anlamı farklıydı. Konuşurken referans verilen dünya, hatırladığı gerçeklik bu değildi. Cenazeden yüzler, tavırlar, konuşmalar aklına geliyordu. Bir başkasının hayatını yaşıyor kadar yabancıydı herşeye. Kafasını kaldırıp kent ışıklarından görünmeyen yıldızlarıyla karanlık boşluğa baktı. O karanlık boşluk Daria'yı yutmuştu. Herşey geriye ilk haline doğru ilerliyor gibiydi. Milyonlarca yıllık güneşin nükleer füzyonu bu dünyayı ayakta tutmuştu. Aynı nükleer enerji tamamen yok olmasını da sağlayabilirdi. Bir an insanlığın sonuna gelinmiş olmasını diledi. Tüm nükleer bombalar patlayabilirdi. Üstünde hiç yaşam olmayan bir gezegene dönebilirdik. Dönmeliydik. Aşağı baktı. Yeşil ağaçlarla dolu site korusunu seyretti. Başka bir boşluk diye düşündü. Yukarıdaki karanlık boşluğun Daria'yı alması gibi aşağıdaki boşluğun da onu çekip götürmesini diledi. Votkayı yenilemek için içeri girdi. Çünkü hala yapılacak işleri vardı. 

Kesik kesik ve parça parçaydı herşey. Anlamlandıramıyordu. Tanıdığı hayat eski bir yap bozun parçaları gibi önünde dağıtılmış, şimdi hiçbir parça yeniden eski yerini alamıyordu. Bir zamanlar gördüğü resim şimdi tamamen değişmişti. 


 


5

Mezarlıktaki adam telefonda katili bulduklarını söylemişti. Ancak destekçi grup tarafından apar topar yurt dışına çıkartılmıştı. İnşaat alanından çıkan değerli parçalarından biri de onun yanındaydı. Kazı alanında ahşap, açık havaya çıkarttıklarında parçalanan kalın çeperli bir kutu içinde çok iyi durumda ucu eğimli şimdi çok keskin şekilde bilenmiş, fotoğrafına ulaştıkları bir Türk kılıcı bulmuşlardı. Türü Kilij'di. Özel bir kilij. Üstünde kabzasında, kolçağına doğru, perçinin tam üzerinde değerli ve eşsiz bir taş işlenmişti ve bu taş dış piyasadaki fiyatını hayli yükseltiyordu. Kılıç süvresinden, ucundan yalmanına, mahmuzundan giderek yalımına, setinden, sırtının tamamına dek değerli küçük taşlarla bezenmiş ortası farklı koyu bordo bir renkte olan kınına çamurluğundan başlayıp gövdesine, ağızlığından içine kusursuzca alıp kabul ediyordu. Taşıma halkaları gümüş işlemeliydi ve eğer bir kayışa tutturulursa savaşçının sırtına ya da omuzuna asılabiliyordu. Siperliğindeki keskin izler kılıcın pek çok çarpışmadan yara almadan çıkmış olduğuna işaret ediyordu. Katil elinde bu kılıçla Amerika'ya gitmişti. Onu bulabilmek için kılıca yüksek bir teklif vermişlerdi. Salman ödemeyi yapmak üzere peşinden gidecekti ancak bunu diğerlerinden önce yapması, satılmadan elden çıkarılmadan önce orada olması gerekiyordu. Daha sonra katilin kayıplara karışacağından emindiler. Böyle bir noktadan sonra onu bulmak imkansızlaşacaktı. Herhangi bir tanık ifadesi yoktu. Cinayetin ardından toplananlar bunun bir trafik kazası olmadığını anladıktan ve başı silahla koltuğuna dağılmış kızıl saçlı kadının cesediyle karşılaştıktan sonra polisler gelmeden dağılmışlardı. Resmi kanaldan ilerleyebilecekleri bütün yollar kapatılmıştı. Güvenlik hiçbirşey görmemişti. Polis caddedeki kameraları incelemiş ve adamın şöyle böyle bir portresini çıkarmışlardı ancak adam aşağı yukarı dışarıda dolaşan herkese benziyordu ve sakalını da kestirdikten sonra ortaya çıkacak çene kemikleri ile neye benzeyeceğini ise hiç bilmiyorlardı. Ara sokaklarda izler kayboluyordu. İnşaat grubunun piyasada hem parasal olarak hem kudret açısından çok güçlü olması bir tarafa belirgin bir dezavantajları vardı. İnternet ve internet üzerinde yapılan şeylere karşı tamamen yabancıydılar ve önemsemiyorlardı. Kafalarının nesillerden beri aşağı yukarı sadece inşaat yapmaya çalışmasına alışmışlardı. Böylece yine aşağı yukarı bu inşaat grubunun bütün belgelerine, telefonlarına, randevularına, daha önce yaptıkları işlere ve adreslerine internet üzerinden biraz çabayla erişmek mümkündü. Birbirleriyle telefonda ne kadar gizli, şifreli ve iz bırakmadan konuşmaya çalışıyorlarsa, internet üzerinde de bir o kadar rahattılar. Onları kuşkulandırmamak için içerde olduklarını kesinlikle belli etmiyor ve doğrudan hiçbir mesaj yazmıyorlardı. Mesele kapanmış gibi bir izlenim vermişlerdi. İşi uzatmayacaklardı. Salman'a en zor gelen bu noktada çenesini kapatması ve sessiz hareket etmeye devam etmesiydi. Vizesi kabul edilmişti. Sessiz kalmak, bir adım ötedeki telefon numaralarını aramamak, aynı şehirde aynı yakada olan adreslere ulaşamamak öldürücüydü. Ancak sessizlik için verdiği bir söz vardı. Bu bilgilere o sözün karşılığında ulaşmıştı. Bavulunu hazırlamaya koyuldu. Ne kadar süre orada kalacağını bilmiyordu o yüzden hayatının bundan sonrasını orada geçirecekmiş gibi hazırlanıyordu. Küçük elinin içine sığan bir defteri vardı. Bağlantılar, adresler ve bazı telefon numaraları. Parçalayarak çöpe fırlattı. Herşeyi kendisi halledecekti. Hiçkimseye güvenmiyordu. Cebinde hiç para kalmamıştı. Daria ile yaşarken kenara hiç para koymaz, herşeyi günü gününe yaşar, bazı  haftasonlarını pazartesi ile birleştirip seyahatlere çıkarlardı. Şimdi böyle yaptıkları için hiçbir pişmanlık hissetmiyordu. Şehirde sevişmedikleri yer kalmamıştı. Şimdi bu uzun yolculuğu ve oradaki masraflarını onlar, Daria'nın dergisinin bağlı olduğu yayın grubu ya da yayın grubunun bağlı olduğu daha büyük medya grubu karşılıyordu. Ayrıntıları Salman da bilmiyordu. Birbirlerini Necati bey diye çağırıyorlardı. Nihayetinde tanışabileceği son bir Necati beyin olduğundan da hiç emin değildi. Telefonları Necati bey açıyor, buluşmaya Necati beyin bir arkadaşı geliyor, hesaba parayı Necati bey gönderiyordu. 

Taksi çağırdı. Çantasını yükleyip arkaya bindi. Havaalanı yakındı. Dışardan son bir defa serinlemiş havasıyla İstanbul'a baktı. Yeniden geri dönüp dönemeyeceğini bilmiyordu. 

"Tatil mi abi?"

"Tatil, tatil"

Onu birkaç dakikadan beri tanıyan taksi şöförü bile tatile gitmediğini anlamıştı ve konuşmak istemediğini. 

"Arabada sigara içiliyor abi" dedi pencereyi açıp yakarken.

"Sigara kullanmıyorum"

"En iyisi"

"Açık bir tekel bulabilir misin?"

Havaalanına epeyce erken gitmişti. Yüksek tavanlı geniş salon harikulade bir sessizlik içindeydi. Sanki herşey onunla birlikte yapacağı şeye hazırlanıyordu. Demir sandalyelerde sırtını çantasına yaslayıp uyumaya çalıştı. Sonra kalkıp değişik birşeyler bulmak için havaalanı vergisiz içki satılan yere girmeye çalıştı ancak pasaport kontrolünden çıktıktan sonra geri dönmek zor olacaktı. Çantasından bir şişe votka çıkartıp tuvalete girdi. Kapıyı kilitleyip şişeyi kafasına dikti. Birkaç dikişten sonra yanında getirdiği çantasına oturdu. Burada sıkışmış gibiydi. Alırken farketmemişti ama şimdi votkanın vişneli olduğunu anlıyordu. Güzel bir seçim. Yeniden şişeye davrandı. Mafya babalığı yapan bir kediyi anımsadı. Onu bir bebek gibi kucağına alıp sevdiği için kollarını sertçe tırmalamış, iyi bir dayak yedikten sonra da çekip gitmişti. O günden sonra bir daha görünmemişti normalde zemin kattaki o evin balkonundan mafyatik Sarman ve diğer kedi arkadaşları ayrılmazlardı. O günden sonra arkadaşlarının da ayakları balkondan kesilmişti. Geceleri hırçın bağırışmalar geldiğinde çıkıp olanları seyrediyordu. Bu bebek gibi sevmeye çalıştığı kızıl Sarman'ın bölgede sözü geçen bir kedi olduğu kısa sürede anlaşılmıştı. Sonra balkonun yakınlarında zavallı gibi miyavlayan gri bir tekir göründü. Sarmansa uzaktan bakıyordu. Ona ben izin veriyorum der gibiydi. Onu sahiplenmişti. Kendisi ise bir daha görünmemişti. Sonra Daria ile kaldıkları otellerden biri aklına geldi. Uzun saçlarını at kuyruğu yapmış yakışıklı animatör, sahne arkasında kostümlerin bulunduğu büyük dolabın içinde otelin müşterilerinden güzel bir lolitayı iyice bir düzdükten sonra ertesi gün bütün plaj boyunca kızın babasından yiyeceği dayaktan kaçışını hatırlıyordu. Şişeyi neredeyse dipledikten sonra kalanını tuvalete döküp sifonu çekti. Hayatında ilk defa on iki saatlik bir uçak yolculuğuna hazırdı.

Çalkalanan gözleriyle hırçın bakışlar altında koltuğunu bulup oturdu. Uçak havalanırken havalandığının farkında değildi. Uzun zaman sonra rahat bir uykuya dalmıştı.  
 




6


New York gettolarında yaşam çürümüş bir bataklıkta imdat çığlığı atmaya benziyordu. Ama Amerikayı sevmişti. Herşey aptala anlatır gibi büyük büyüktü. Bir bakkala girdiği ile çıkması arasında herhalde 20 derece kadar fark vardı. Heryerde canavar klimalar uğulduyor, dışarıda siyah asfalt sıcaktan eriyordu. İnsanlar aynı sinemalardan hatırladığı gibi konuşuyordu. Filmlerde aslında sahte ya da abartılı olan hiçbir şey olmadığını düşündü. Yaşamın, hayatta kalmanın hissedilen bütün o güçlük ve belirgin zorluğuna rağmen, buraya ilk gelindiğinde sert bir rüzgar gibi çarparcasına hissedilen bir özgürlük vardı. Özgürlük duygusu nerden yayıldığı belli olmayan dumanlar gibi ya da gizli bir parfüm gibiydi. Daha sonra kokuya alışıyor, dahası onun bir parçası haline geliyordunuz. 

Eşyalarını ucuz, dikkat çekmeyen bir otele bırakıp dışarı çıkmıştı. Sokaklar geniş ve kalabalıktı. Basketbol oynayan siyahi gençleri seyretti. Köşeden park yoluna döndü ve aşağı indi. Kullandığı maddelerden ya da açlıktan çöpün yanında sürünen uzun sakallı bir adama yaklaştı. Eğilip cebindeki son parasını da ona verdi. 

"Sağol evlat" dedi adam.

İçine serin bir suyun serpildiğini hissetti. Uzun bir yürüyüşün sonunda denizi görmüştü. Sahil boyunca yürüyüp köprü altında beklemeye başladı.

Siyahi bir adam iki yana sallanarak gelip ot  içmek isteyip istemediğini sordu.
 
"Hayır" dedi. 

"Birini bekliyorum"

"Polis misin?" diye sordu doğrudan.

"Hayır"

"Pekala"

"İyi"

Geri dönüp karşısına geçip beklemeye devam etti. Bakışları rahatsız ediciydi. Şüpheci ve yargılayıcıydı. Üzerinde birşey yoktu. Eğer müşterisi olmayı kabul etseydi onu kendilerini daha güvende hissedecekleri bir aralığa sokacak, ürünlerini tek tek sayacak ve üstünde mal olan arkadaşı ile değişim gerçekleşecekti. Birazdan beklediği adam göründü ve zarf içinde bir miktar para bırakıp uzaklaştı. Banka hesaplarında bir hareketlenme olmaması için böyle olması gerektiğine inanmışlardı. Bundan sonrası ona aitti. Pizzacıya girip oturdu. Lezzetli pizzanın tamamını yediği İtalyan restoranından çıkarken bıraktığı bahşişe ters ters bakan garsonla kavga etmeye hazırdı. Bahşiş burada önemliydi ve açıkça yeterli gelmemişti. Yolunda gitmeyen şeyin ne olduğunu sormuştu adam. Ama daha fazla bırakmadı. Kalkıp yürümeye devam etti. Otele döndü. Duşlar her katta aynı yerdeydi. Duş alıp odasına gitti. İkinci kattan bira içerek ara sokağı seyretti. Hava kararmaya başlıyordu. İnsanlar sokakta birbirleriyle fena halde bağırarak konuşuyorlardı. Ne konuştuklarını anlamasa rahatlıkla kavga etmek üzere olduklarını düşünebilirdi. Çürümüş dünyanın dibi burasıydı. Daria ile buraya gelmeyi hep çok istemişti. Hayalleri Route 66'i baştan sona eski bir Amerikan arabasıyla sürmekti. Buraya kadar geldiğine göre cinayetten sonra ne yapacağını  biliyordu. Sizi yarı yolda bırakacağına yemin eden külüstür köhleyen bir yadigar bulacaktı. 
Telefon açtı. Haberler iyi değildi.

"Adam elden çıkarmış, yetişemedik"

Küfür etti.

"Birkaç gün içinde yeniden burada olacak"

Katille kılıcın alıcısı olarak buluşma planı yatmıştı. Başka bir şey düşüneceklerdi. 

Birkaç gün sonra telefon çaldı.

"Adam sanki kokumuzu alıyor. Kızları bir bahaneyle üstüne yollamak istedim. Hepsini geri çevirdi."

"Benim aklımda bir şeyler var bana bırak"

Kendisi aradı. İngilizce konuşuyordu önce sonra anlamadığını fark edince türkçeye döndü.

"Anlamıyorum daha fazla ödeyeceğim"

"Elden çıkardık arkadaşım, yapabileceğim bir şey yok"

Elleri titremeye başlamıştı. Bu Daria'nın katiliydi. Kendini tuttu.

"Eflatun taşı biliyordun değil mi, onu çıkartıp yer değiştirmişsindir herhalde, orijinali elinde mi. Teklifin yarısını ödeyebilirim"

Bir sessizlik oldu. Zokayı yuttuğundan emin değildi. 

"Sadece taş için"

"Eflatun taş"

Ertesi gün eflatun bir taş bulup kılıcın kabzasındaki gibi dikdörtgen şekilde kestirmek için uğraşacağından kesinlikle emindi. Katil onu çok geçmeden bunu yapmayı başarmasının hemen akşamında aradı. Salman ev dışında başka bir yerde buluşamayacağını bu değişimin çok tehlikeli olduğunu söylemişti. Katilin düşüncesi açıktı. Değişim yaptığı para kendisinin değildi, inşaat sahiplerine gönderecekti ama bu para tamamen kendisine ait olacaktı. Nerdeyse hiç çalışmadan kazandığı ilk kolay para olacaktı. Randevulaştılar. Salman, İstanbul'a geri telefon açtı.

"Adam hazır"

"Söylediğim adrese git. Senin için bir şey var"

"Onu öldürmek için silaha ihtiyacım yok. Çıplak ellerimle dahi boğabilirim"

"Bittikten sonra haber ver"

Gergin bir şekilde kapattı. Çıkıp altılı bira alıp döndü. Hava yeniden kararmıştı. Saatinin gelmesini bekleyecekti. Pencereden perdenin arkasından sarışın bir pilicin cömertçe açık bacaklarına bakarak kendini tatmin etti. Onun şimdi bu odada beyaz bacaklarını havaya kaldırmak için herşeyini ortaya koyabilirdi.

Odasındaki küçük televizyon tuhaf biçimde çalışıyordu. Ya tamamen sessizde kalıyor ve eski aksiyon filmlerini, birbirlerini kovalayan adamları, yanan binaları ve patlayan arabaları öylece boş bakışlarla seyrediyor ya da sesi tam açılıyordu. Bu durumda televizyonun üstünü ve yanlarını battaniyesiyle kapatması gerekiyordu. Aksi takdirde bütün kata yayın yapıyordu ve kapattığında da haberlerin sesi boğularak geliyordu. Hemen hiçbirşey anlaşılmıyordu. Sonunda  belgesel yayınlayan bir kanal buldu ve hayvanlara bakarken boğulan sesin bir önemi kalmadı. 

Biraların yavaş yavaş sonuna gelirken yatağa uzanıp bacaklarını havaya dikmişti. Yorgun hissediyor ama uyuyamıyordu. Daria'yı düşündü. Sanki o şu anda buradaydı. Yeniden duş aldı. Dışarı çıktı. Bulduğu ilk kiliseye girip Katolik ya da Protestan olmalarına aldırmadan mum yaktı. Ahşap banklarında sessizce oturdu. Onun tanrıyla ilişkisi bir parça garipti. En son kendini kilise sıralarında bulduğunda "Tanrım yardıma ihtiyacın olduğunu biliyorum, ama elimden ne gelir" diye soruyordu. Şimdi ise dargın hatta öfkeliydi. Daria yüzünden gelmişti. Daria'nın hala bile dargın olmadığını biliyordu. Bundan emindi. Döndüğünde yanında o gece açamayacağı bir altılı bira paketi daha vardı. Uyumak üzereydi. Ama hala sesi duyuyor gibiydi. Çok yakınında. Daria'yı hissediyordu.  

Sanki yanındaymışçasına kafasının içinde kendi dilinde bir ninni söylüyordu.


Bugün sana şarkı söyleyeceğim
Harika bir rüya hakkında bir şarkı
Gökyüzünün parlak mavi olduğu yer
Ve etrafındaki her şeyin bize ait olduğu

Orada deniz kendi hikayesini fısıldıyor
Doğanın görünen yüzü göze ne hoş geliyor
Ve mutluluk çok yakın bir yerlerde 
Gözlerini kapatırsan onu tanırsın, ona kapılabilirsin

Evet sadece bir rüya
Ama hala o ne kadar gerçek? 
Aradığınızı burada bulacaksınız
Parlak bir kaide de yükselir gibi
Bütün sorunlarından uzaklaşacaksın
Ve karanlığı ve çürümeyi unutacaksın

Rahatla şimdi ve çabucak uykuya dal
Fenerlerin ışığında kayboldum
Yolunu kötülüklerden temizlemek için
Şimdi özgürsün ve hedefin belli


Bütün sorunlarından uzaklaşacaksın
Ve karanlığı ve çürümeyi unutacaksın


Rahatla ve çabucak uykuya dal
Fenerlerin ışığında kayboldum
Yolunu kötülüklerden temizlemek için
Özgürsün şimdi ve hedefin belli

Endişelerin uçup gitti
Artık her şey yoluna girecek
Korkma, orada olacağım
Ve seni bakışlarımla sakinleştireceğim

 
Evet sadece bir rüya
Ama o ne kadar gerçek?
Elini uzatmaya değer
Ve yıldız yolu gösterecek

Burası sakin ve aydınlık.
Ve şimdi ruhum sıcak
Burada umutsuzluk ve kötülük yok
Ve hayalin yeniden canlanıyor 




7

Cinayet günü sabahı erken kalkmıştı. Aşağı inmeden yarım paket mısır gevreğiyle kahvaltı etti. Kendini duru ve adanmış hissediyordu. Gözünün önüne Daria'nın son halleri gidip geliyordu. Zaman zaman onun hala yanında olduğu ya da telefon açıp geleceği gibi tuhaf bir duyguya kapılıyordu. Sandalyede oturup zaman zaman pencereden bakarak o öğleden sonrasının gelmesini bekliyordu. Zaman ilerlemiyordu. Çıkıp sokaklarda yürümeye başladı. Bir nalbura girip çıktı. Makdulunun sokağını bulmuş civarda dolaşmaya başlamıştı. Randevuya erken gitmek ve herhangi bir biçimde şüphelendirmek istemiyordu. Küçük bir ihtimal de olsa kapıyı açtıktan sonra onu tanıyabileceği aklına geldi. Bu durumda konuşmak için hiç vakitleri olmayacaktı. Herşey hızlıca olup bitmek zorundaydı. Isınan havanın içinde insanlar güneşin yıldırıcı ışıkları altında keyifsizdiler. Enerjilerini kaybetmiş ve herşeyden vazgeçmiş gibi sesleri zayıflamıştı. Dengesizce, sıcağın bıktırıcılığından sarhoş gibi yürüyor, birbirlerine çarpıyor ve aldırmıyorlardı. Dükkanların önünden geçerken çarpan soğuk klima havası tek teselli gibiydi. Bakkalın önünde bir şişe coca cola içip şişesini çöpe fırlattı. Bir şapka alıp yüzünü gölgeledi. Kapıyı açması yeterliydi. An be an kafasındaki belirginleşmiş son kareye hazırlanıyordu. Sırt çantasının kayışlarını sıktı. Saati yaklaşırken şimdi gergin bir yürüyüş tutturmuştu. 

New Jersey sokakları onu yutmuştu. New Jersey sokakları onu kabul etmişti. Kendini burada yabancı biri gibi hissetmiyordu. Dışardan gelen birine bu kadar çabuk kendini açan başka bir yerde daha bulunmadığını düşündü. Çölün ortasına inşa edilmiş bir imparatorlukta sanki gürleyerek yaşayan bir canavarı andırıyordu. Bütün kendi halinde dolaşan yabancıları birkaç gün içinde sessizce yutuyor, bütün hoşuna gitmeyenleri hızlıca dışarı kusuyordu. Sanki buraya bağlandığını ve şehirden uzaklaştığında da hep bir yanının burada kalacağını hissediyordu. 

Adımlarını hızlandırdı. Yukarı doğru dönen sarmal merdivenlerin serinliğinden yürüyerek çıktı. Kapıyı çaldı. Berbat bir yere benziyordu. Kapı açıldı. 

"Taş"

İçeri gelmesi için bir şey söylemeden kenara çekildi. Kapıdan dışarı etrafa hızlıca şöyle bir bakıp kapıyı kapattı. 

Masaya çıkartıp yeni kestirdiği eflatun taşı bıraktı. Salman paranın çantada olduğunu işaret ederek taşı eline alıp baktı. Sonra yerine koydu. 

"Neden bizi beklemedin?"

"Daha yüksek bir teklif geldi, ki onlarda başka bir yere ulaştırmak üzere teslim aldılar. Seçme şansımız kalmamıştı"

Maket bıçağını cebinden çıkartıp açtı. Oturduğu sandalyeye yaklaştı. Makdulü bu yakınlıkta isimlendiremediği bir tuhaflık bulmuştu. Aralarında anlaştıkları para ağzından döküldü. Bu da son sözleriydi. Hızlıca boğazının bir kenarına geçirdiği bıçağı diğer yana doğru sertçe çekmeden önce bir an gözlerine baktı. Daria'ya ateş etmiş olan adamın gözlerine. Tuhaf bir biçimde mazlum bir yüzü vardı. Başka bir platformda karşılaştığında o hafif yamuk burnu, neredeyse birbirlerine yakınlaşmış kaşlarıyla yardım etme isteği bile uyandırabilirdi. Makdulü hiç beklediği gibi değildi. Esmer saçları kısa ve alalade kesilmiş, üç günlük sakalı kemikli yüzünde solgun bir izlenim veriyordu. Birden fazla hafif direnç noktası hissederek bıçağı sertçe boynunun diğer yanına çekti. Suratına kan fışkırmaya başlamıştı. Bu noktada makdul hala hayattaydı ve konuşmasına izin verilebilseydi soracağı soruların olduğunu açıkça hissettiriyordu. Bir süre oluk oluk akan kanın basıncının azalmasını bekledi. Bittikten sonra cesedi iki kolunun altından tutarak banyoya sürükledi. Elbiselerini araştırıp evin anahtarını bulup yanına aldıktan sonra dışarı çıkıp merdivenlerden bodruma inip kesici bir şeyler arayıp buldu. Yanında baltayla geri geldiğinde makdulun elbiselerini çıkardı. Aslında çıkıp gitmeliydi. Bulunması olanaksızdı ancak gitmek istemiyordu. Onu işkence ederek yavaş yavaş öldürememiş olmanın sıkıntısıyla can çekişiyordu. Küvete yerleştirip atardamarın bulunduğu ayak bileğinin arkasını kesti ve bütün kanın bedeninden akarak giderden çıkıp gitmesini izledi. Bedenini parçalara bölmeye başlamıştı. Bacaklarını çıkardı sonra kollarını. Başını gördüğünde sinirli bir tokat attı. Ardından baltanın arkasıyla suratını tanınmayacak biçimde düm düz etti. Başı şimdi inişli çıkışlı bir coğrafyayı andırıyordu. İçeri girip makdulunun kılıç işinden aldığı parayı masaya döktü. Ahşap bavulu alıp geldi. Kafasını gövdesinden ayırmıştı. Bavula kol ve bacaklarını sığdırdı ama bedeni girmiyordu. Heryerini yıkayıp aynaya baktıktan sonra dışarı çıkıp gelirken gördüğü çantacıya uğrayıp büyük bir havaalanı işi altı tekerlekli şık bir bavul aldı. Etrafına baktı. Yaşam hiç kesilmeden olduğu gibi devam ediyordu. Güneş tepesinde parıldarken kalabalık sokaklardan geçip eve geldi. Parçaları içine tıktı ama bacağı sığmıyordu. Bir an çıkartıp beyaz kare seramikten örülmüş banyo duvarına fırlattı. Adamın kılıç karşılığı aldığı paraları yanına alıp bir daha bulunmamak üzere ortadan kaybolduğu hikayesine uygun olması için bacağını da sığdırması gerekiyordu. İki parçaya bölüp bavulun içini yeniden düzenledi. Etrafı kovalarla su dökerek yıkadıktan sonra herşey temiz görünüyordu. Yerleri sildi ve çabucak kurumalarını izledi. Buzdolabına baktı. İçmeyi tercih etmediği bir markadan son birkaç tane malt bira kalmıştı. Güneşli öğleden sonrası sokağına bakarak perdenin arkasında onları içti. Üstündekileride çıkartıp yıkamış kurumalarını bekliyordu. Paraları sırt çantasına yerleştirdi. İki değişik bavul ve bu toplanmış ev ile uzun bir seyahate aslında daha çok tatile çıkacak bir adama benziyordu. Telefon çaldı. Bakmadı. 

Çıkarken merdivenlerin ilerisinde yaşlı bir kadınla karşılaştı

"Merhaba"

Kadın cevap vermedi. Birşeylerden kuşkulanıp kuşkulanmadığını düşündü ilkin. Duymadığını farketti sonra. Yüksek sesle tekrarladı. Kadın bir elini kaldırıp selam verdi. Ev sahibi olduğunu söylemişti.

"Gelmeyecek mi?"

"O gelmez artık. Kira borcu kaldıysa ben takdim edebilirim"

"Yok. Peşin ödemişti zaten. Daha dört günü vardı."

"Gelmez o yani. Bana da anahtarı su tesisatının içine koy demişti ama size versem daha uygun olur herhalde"

Kadın kafasını sallayıp yanına çağırır gibi bir hareket yaptı. Salman gidip anahtarı bıraktı.

"İyi mi?"

Salman dayanamayıp gülümseyerek "İyi, iyi" dedi.

Dışarıda yakıcı bir sıcak hüküm sürüyordu. Ara sokaklardan birine girip çöpün yanına ceset parçalarının çöp torbaları içinde çürüdüğü bavulları bırakıp uzaklaştı. Uzun zaman yürümek istiyordu. Herşeyi gözden geçirdi yeniden. Şapkasını evde bırakmıştı ama önemli değildi. Her yer temizdi. Sahile doğru yürüdü. Boş banklardan birine oturup hareket halindeki gemilere baktı. İçinde büyük bir boşluk ve ferahlama vardı. 




8

Eski bir Amerikan arabası almaya karar vermişti. Kafasında hala Route 66'i baştan sona sürmek vardı. Daria'nın kafasına soktuğu hayallerinden biriydi. Araba pazarını bulup dolaşmaya başladı. Külüstür bir tanesinin tipine öyle hayran olmuştu ki başından ayrılamıyordu. Araba adeta "Seni yarı yolda bırakacağıma yemin ediyorum" diyordu ama almak üzereydi. Sonra bir tartışma duydu. 

"Antika parasına mı satıyorsunuz?"

Belirgin net duyabildiği sadece bu kadarıydı. Kırmızı yuvarlak hatları olan ama geride kasasının üstünde de ona kimliğini veren sert çizgileri görünen Ford'un yanına gitti. Çok iyi durumdaydı. İyi görünüyordu. Kaputunu açtı. Motora gaz verildiğinde kişneyip ileri atılmak için gemini zorlayan vahşi bir ata benziyordu. Nispeten pahalıydı ama pazarlık etmeden sırt çantasını açıp parayı ödedi. Kağıtları imzaladı. Kırmızı Ford'la araba pazarından tatmin olmuş şekilde ayrılıyordu. Kenara çekip yolda dinlemek için birkaç derleme Country albümü aldı. O seneler, doksanların sonuna doğru, country müziğin yeniden çıkışının yaşandığı yıllardı. Buna uygun beyaz bir kovboy şapkası bulmak zor olmamıştı. Spor malzemeleri satan bir dükkandan şans getireceğine inandığı bir Amerikan futbol topu da satın almış, elinde atıp tutuyordu. Küçük bir kopyasını da arabanın dikiz aynasına asmıştı. Herşey yolunda ve yolculuğa hazır görünüyordu ancak olaylar düşündüğü kadar hızlı ve kolay gelişmeyecekti. Derme çatma oteline geldikten sonra içmeye devam etmişti. Perdenin arkasında ne yaptığına ve neler olduğuna aldırmadan uğuldayarak dönen bir dünya vardı. Odaya vardıktan sonra iki telefon gelmişti. Bir tanesinde telefondaki adam işin ne durumda olduğunu soruyordu. Halledildiğini söyleyip kapatmıştı. Akşamın yaklaşan serinliğinde gelen ikincisi ise tedirgin ediciydi. Kendisine şerif diyen ihtiyar bir adam onunla tepelikte bir samanlıkta baş başa görüşmek istiyordu. Açıklama yapmamıştı "Sadece iş" demişti. Gerçek ismini biliyordu. Ona adıyla hitap etmişti. Karizmatik, karakterli ve yorgun bir sesi vardı. Salman geleceğini söylemişti. Kapattı. Çok sarhoştu. Kendisine metal kupada sert bir kahve yaptı. Gece yaklaşıyordu. Daria'nın kendi dilinde ukulele ile söylediği bir denizci türküsü içinde çalıyordu. Karşı koyabilmesi olanaksızdı. Sanki onun bir parçası eski denizcilerle birlikte açık denizde kalmıştı.


Bir zamanlar denize açılan bir gemi vardı
Geminin adı Billy of Tea'ydi
Rüzgâr esti, geminin yayı aşağıya doğru eğildi
Oh, ve darbe, kabadayı çocuklarım, ve dalgaların darbesi gelir  (hah!)

Yakında Wellerman gelebilir
Bize şeker, çay ve rom getirmek için
Bir gün bunu dillendirmeyi bitirdiğimizde
İzin alıp çekip gideceğiz

Daha önce kıyıdan iki hafta uzakta olmamıştı
Ve doğru balina ona doğru yaklaştığında
Kaptan herkesi çağırdı ve yemin etti
O balinayı yanına almaya (hah!)


Tekne suya çarpmadan önce
Balinanın kuyruğu gelip onu yakaladı
Herkes bir yana dağıldı, zıpkınladı 
ve onunla savaştı
Balina daha alçağa daldığında (hah!)


Devam edip gidiyordu. Büyük bir balinayı avlamaya çalışan denizcilerden bahsediyordu. "Duyduğuma göre kavga hala devam etmektedir" diye sürer giderdi. Şerif'in çağrısına uymak için dışarı çıktı. Şapkasını takıp kırmızı Ford'una atladı. Dar yolların geceyarısı kalabalığını geçip caddeye çıktı. İnsanlar kendilerini sokaklara atmışlardı. Aklında yığınla tuhaf düşünce dolaşıyordu. Eğer niyeti şantaj yapmaksa, sırt çantasında epeyce parayla donanımlı geliyordu. Tehdit ederek başka bir iş yaptırmak peşindeyse işler karışacaktı. İsmini dahi vermemişti. Tepede bahsettiği çiftliği buldu. Kapısını iki yana açarken etrafta hiçkimse yoktu. Uzaklardan birkaç tek tük havlama duydu. Arabasına binip sürmeye devam etti. Samanlığı bulduğunda kenara çekti. İçeri girip ışığı yaktı. Çıplak bir ampul etrafı aydınlatıyordu. Saman balyalarının birinin üstüne oturup beklemeye başladı. Çok geçmeden içeriye bütün eski ve alışıldık kıyafetleriyle bir kovboy girdi. Göğsünde şerif yıldızı parlıyordu. 

"Telefonda konuştuğun benim" dedi yorgun bir sesle.

"Gelmene sevindim"

Gelip karşısına oturdu. Eli silah kabzasının üstündeydi. Siyah kovboy şapkasını çıkartıp balyanın üzerine bıraktı. Saçlarını bir eliyle gelşigüzel düzelttikten sonra "Şapkanı unutmuşsun" dedi. Evde bıraktığı şapkayı kemerinin arkasından söküp yanına fırlattı. Salman'ın vücudunda hafif bir titreme dolaştı. Ama bu kısa sürdü. Aslında korkması gerektiğini biliyor ancak korku hissetmiyordu. Yaşlı adamın ağır hareketlerinde mağrur bir tavır ve makul bir hal vardı. 

"Burada herşey bana gelir" Ayağa kalktı, ağır hareketlerle ileri geri dolaşıyordu.

"Merhaban bile olmadığı halde bu bölgede iş bitiriyorsun, sonra çekip gideceğini mi düşünüyorsun?"

Salman para teklif etmesinin hakaret olarak algılanabileceğini net bir şekilde fark ediyordu. Olan biteni ayrıntısıyla en başından itibaren anlatmaya başladığında gece yarısını geçiyordu. Zaman zaman şerif onu durdurup bazı sorular soruyordu. Bitirdiğinde "Şehir çıkışındaki otobanın yanında sık bir orman var" dedi. "Biz normalde cesetleri oraya gömeriz. Genellikle mezarlarını da bir kürek verip kendilerine kazdırırız" 

"Bir dahakine" diye gülümsedi Salman elini tokalaşmak üzere uzatarak. Şerif, Salman'ın havadaki eline kısa bir süre baktı, sonra yavaşça tokalaştılar. Gergin hava dağılmıştı.

"Arabanı göster" diye hatırlattı giderken. 

"Route 66 uzun bir yolculuk. Hızlı tren ve uçak hepsini bitirdi ama. Ulaşım araçları. Hepsi ulaşım araçları." Açıkça öfkelenmişti. 

"Ulaşmak için kullanıyorlar. Hızla koşup bir yerlere yetişmek için. Seyahat kültürü kalmadı. Yani, bomboş kasabalara çıkacaksın. Hiçbir yere ulaşmayan bomboş yollara gireceksin"

"Bir haritam var"

"Bir haritam var" diye tekrarladı şerif. Tuhaf bir havası vardı. Tehlikeli ve makul bir hava. Bir sonraki kelimesinin ne olacağını tahmin etmenin daima zor olduğu insanlardandı.

"Bu güzel"

Şimdi yeniden sakinleşmişti. Henüz sakinken oradan ayrılmasının uygun olacağını düşündü.

Ertesi gün arabayı her tarafına bakılması ve bakımı için söylediği yere bırakıp taksiyle otele geri döndü. Herşeyin böyle apaçık ve ortada olmasına canı sıkılıyordu. Gelirken altılı paket bira almıştı. Beline dek gelen ufak buzdolabına doldurdu. 




9

Bıraktığı ceset teşhis edilememişti. Muhtemelen Meksikalı diye not düşülmüştü. Orta yaşlara yakın erkek. Bilinen sadece bu kadardı. Yüzünün tanınmayacak durumdaki bir fotoğrafı hastanenin morg kayıtlarında tutuluyordu. İnternet üzerinden buldukları bir diğer bilgiyse kılıcı alan adamın Chicago'dan trene binmiş olduğuydu. Ona yetişmek için sabaha karşı yola çıkacaktı. Yeni değişim New York merkez istasyonda yapılacağı için birkaç durak erken binmek zorundaydı. Tren posta treni gibi çok fazla istasyonda durduğundan bu zor değildi. Başka bir bağlantıyı reddetmişti. Salman'a ise "Bu bir rica" denilmişti. Kılıcı onlarda bırakmak istemiyorlardı ve teslimat tamamlanırsa çok güçlü bir gruba geçeceğinden bir daha ona ulaşabilmek çok zor, muhtemelen imkansız olacaktı. Elinden geleni yapması isteniyordu. Bileti alınmıştı. İki durak ve yaklaşık yarım saati olacaktı. Saçlarını boyadı, traş oldu. İki saat içinde gözleri için yeşil lens kapısına geldi. Daha sonra rastlantı eseri fotoğrafıyla karşılaşırsa tanımasını istemiyordu. Çıkıp taksiye bindi. İstasyon boştu. Ne yapacağının planını yapmamıştı. Yanındaki para bu iş için yetersizdi ve teklifi yükseltme gibi bir niyetleri yoktu. Zaman kazanmalıydı. Tren geldiğinde doğrudan vagonların içinden lokanta vagonuna ulaştı. Hareket ettiğinde  "Telefondaki arkadaşınıza da söylemiştim" dedi kılıcın sahibi. İspanyol tipliydi ve aksanlı konuşuyordu "Yarım saatiniz var. New York merkez istasyonunda indiğimde değişim için hiçbir şans kalmayacak" Fiyatı yükseltmek dışında başka hiçbir planı olmayan basit bir aracıydı. 

Salman nakit bir miktar önerdi sırt çantasını işaret ederek. Ve gerisi için süre istedi. Karşısına oturmuştu. Bir eli kılıcın üzerindeydi. Çıkartıp baktı. Adam kılıcı yerine koyup kutuyu kapattı.

"Zaman yok, ikinci bir teklif için başka bir olanak da olmayacak, paranın tedarikçisi ile bağlantıya geçmenizi öneriririm" dedi adam.
Beyazlamış kır saçları ve saçlarıyla uyumlu sakalları vardı. Beyaz bir golf şapkası takmıştı. Rahat bir takım giymişti ama ceketi yoktu. Telefon açmak üzere ayrılıyormuş gibi vagon aralığına yürüdü. Değişen bir şey yoktu. Sadece zaman kazanmış ve adamı yoklamıştı. Planını yaptı. Onunla baş edebilirdi. 

Merkezden önceki son istasyona yaklaşırken yeniden masaya döndü ve iyi haberleri olduğu söyledi. Sözü uzatıyordu. Gözleri yaklaştıkları yeni istasyondaydı. Tren tam olarak durduğunda kılıcı kutusunun içinden çekip alıp, ahşap kutusuyla ayağa kalkmaya çalışan adamı yerine ittirip uzaklaştı. Kayışından sırtına asıp birkaç kişiyi zorla çekip ittirerek demir kapıdan perona atlayıp hızla koşmaya başladı. Adam da hemen arkasından atlamıştı. Perondan karşıya geçmeyi planlıyordu ancak trenin sonuna gelince aralığın çelik tellerle kapatılmış olduğunu farketti. Arada bir yerde asılı halde kalabilirdi. Aşağıya seğirtip fayanslar ve sidik kokuları arasından hızlıca geçip dar merdivenleri tırmandı. Adam arkasından küfür ederek bağırıyor ve etraftakilerden kendisini durdurmalarını istiyordu.

Caddeye çıktığında kendini trafiğe atıp sokaklarda kaybolmaya çalıştı ama adam aradaki mesafeyi kapatmıştı. Sonunda bahçeli evlerin yan duvarlarından atlayıp, evi koşarak geçip bir başka duvarından tırmanarak ilerledikten, bu biçimde birkaç sokak değiştirdikten sonra sık ağaçlı ve yabani bitkilerin sarmış olduğu loş bir bahçeyi gözüne kestirip duvardan atladıktan sonra dümdüz yere yattı. Sonra sürünerek daha bitkilerin sıklaştığı bir yerde kayboldu. Bahçenin sahibi gelseydi dahi artık görmesi olanaksızdı. Peşindeki adamın sesini hala duyuyordu. Bir saat kadar sonra vazgeçmiş halde ortadan kayboldu. Geceyarısına dek orada   kalmak vardı aklında ama birkaç saat sonra sıkıldı ve sürünerek kalktı. Etrafa bakındı. Geçen ilk taksiyi durdurup oteline geldi. Gelirken aldığı hamburgerleri birayla yuvarlarken pencereyi açıp İstanbul'u aradı. 

"Kılıç elimde"

 

10
 
Sonraki bir kaç gün 'Necati beyin' limandan bir kaç bağlantı yakalamasını bekleyerek geçti. Bakım için bıraktığı tamirciye uğrayıp arabasını aldı. Caddelerden kılıç için uygun bir kutu aramaya çıkmış, yakınlarda marangoz bulamayınca elinde sağlam bir kontrabass kutusuyla geri dönmüştü. Kılıcı çarşafa birkaç defa sardıktan sonra kutunun içine yerleştirip beklemeye başladı. Zamanı geldiğinde arabanın arkasına koyup limana doğru sürdü. Liman kalabalık ve dok işçileri ile doluydu.

 Başındaki kepiyle orta yaşlı biri gelip 
"Necati bey?" dedi. 

"Evet" dedi Salman da. 

İçindeki kılıcın manevi değerinin yüksek olduğunu anlattı. Okyanusu aşıp karşı kıtaya geçtiklerinde yine Necati beye teslim edilmesi gerekiyordu. Gümrükten geçmeyecekti. Yine de limandaki olası bir karmaşayı engellemek için İstanbul boğazına girdiklerinde demirledikleri yere B... isimli ahşap bir yat yaklaşacak ve kılıcı teslim alacaktı. Ödemesi yapılmıştı. 

Hikayeyi dinledikten sonra "Bunu bir kargo gibi düşün" demişti gemici kepini düzelterek. 

"İçinde ne olduğu bizi ilgilendirmiyor, Ulaştırılacaktır"

Seyahatinin önünde herhangi bir engel kalmamıştı. Los Angeles'a kadar bir daha denizi göremeyeceğini düşünerek sahil boyu sürmüş deniz kıyısına çekmiş kutu kola içiyordu. Aklında hiçbir şey yoktu. Hiçbir beklentisi kalmamıştı. Yapması gereken muhakkak başka şeyler de olacaktı ancak yavaş ve sessiz hareket etmesi ve ortalığın biraz durulmasını beklemesi gerekiyordu. 

Öldürdüğü adam basit biriydi. Karar iradesine sahip insanlardan biri değildi. Aslında bir profesyonel de sayılmazdı. Yaptığı şey de bir cevap değildi. Cinayet gözünde giderek önemsizleşmeye başlamıştı. 

Araca mükemmel bir klima takılmış ve izolasyonu yapılmıştı. Dışarısı yanarken güneş altında yine harika bir sistem ile müzik dinlemek mümkündü. Boş cola kutusunu buruşturup yan koltuğa bıraktı. Bir tane daha açtı. Gelip gidenlere bakıyordu. Paten yapan genç kızlar vardı. Kaykay yapan çocuklar. İyi becerdiği bir şeydi. Bir çeteleri vardı. Yemek ve su kabına gelen güvercinleri boğup atan beyaz bir köpekleri. 

Arka kapı açıldı. Sarışın dikkat çekici ölçüde çok güzel bir kız arabanın arkasına atladı. Gülümsüyordu. Salman ona doğru döndü.

"Ben Lucy" dedi. "Ve Daria"

"Bu nasıl kötü bir şaka  böyle böyle"

"Böyle bir konuda şaka yapamam. Sana merak ettiğin herşeyi anlatacağım"

Ve Daria olduğunu söyleyen sarışın Lucy hikayesini anlatmaya başladı. 

"Birkaç gün önce herşeyden vazgeçmiş olmak üzere köprüye çıkmış atlayıp atlamamayı düşünüyordum. Canım çok yanacak mıydı? BOğulmam ne kadar zaman alırdı? Çarpmanın etkisiyle ölecek kadar şanslı mıydım? Sonra Daria geldi. 

Onun sesini kendi içimden duyabiliyordum. Bana hikayesini anlattı. İnanılmazdı. Birine ihtiyacı vardı. Hala bu dünyada bana ihtiyacı olan biriyle karşılaşmak tuhaftı. Tam olarak kendimi ona kendi irademle bırakıp bırakamayacağımı sordu. Seni bulacaktı. Aslında bulmuştu da."

Şarkı söylemeye başladı.

Duyduğum kadarıyla kavga hala devam ediyor
Bağlantıları kesilmedi ve balina gitmedi
Wellerman düzenli aramasını yapıyor
Kaptanı, mürettebatı ve herkesi cesaretlendirmek için (hah!)

Bunu Daria'nın dilinde söylemişti.

"Bana inanıyor musun?"

"Ne söyleyeceğimi bilmiyorum" dedi Salman.

"Ona tamamen teslim oldum ve benimle köprüden geri yürüdü. Birlikte bir sürü şey yaptık. Sonunda seni buraya getireceğini söyledi. Bunun kendi fikrin olduğunu düşünüyordun değil mi?"

Salman başını salladı. Gözlerine bakıyordu. Görmek istediğini mi görüyordu. Buna inanamıyordu. Sanki kızın çizgilerinde ve bakışlarında Daria görünüp kayboluyordu. 

"Şimdi Daria seninle doğrudan konuşacak" dedi. Bakışları sanki değişmişti. Önce rusça konuştu. Sonra "Possesed" dedi. 

"Nasıl söyleyeyim ele geçirilmiş. Yani ele geçirenler. Bizim onlardan en büyük farkımımız bu. Kendi iradeleriyle buna tam olarak izin vermeleri gerekiyordu. İstanbul'daki siyah beyazlı kediyle görünen de bendim. Seni son defa görmek istemiştim. Geri dönebileceğimi bilmiyordum."

Lucy yaklaşmaya çalışıyordu. Salman geri çekildi. 

"Üzgünüm alışmaya çalışıyorum" Neler olduğunu anlamlandıramıyordu. Sanki şimdi bir düş gibi gelen cenazesini hatırladı. Cenazeden sonraki günler birer birer aklına geldi. Onun burada Lucy ile birlikte görünebileceğine inanamıyordu. Geriye dönük sorular sordu. Yalnızca Daria'nın bilebileceği şeyler. Hepsini tek tek ve doğru yanıtlıyordu. 

"Perilerin bir oyunu olabilir mi bu?"

Beni tanıyorlarsa diye düşündü bu bilgileri de biliyorlardır ama bunu neden yapsınlardı? Bazen ruh çağıranların yanlarına gider ve mantıklı bir biçimde açıklayamayacakları şeylerin olmasını sağlar ve çağırdıkları hayaletin taklidini yaparlardı. Sonra çocuklarla görünürlerdi. Aslında küçük çocuklarda asıl sevdiğimiz bu perilerdi. Daha sonra büyüdüklerinde uçup gider ve geriye asıl çekilmez insan kalırdı. Onlardan büyüdükçe giderek hoşlanmazdık. Sanki saf ve iyi olan ne varsa kaybolurdu. Salman bazen ev kedileriyle de göründüklerine ve evin sahibi adına dışarıda başka seçkin perilerle görüştüklerine inanıyordu. 

"Periler ve hayaletler yoktur" diye güldü Lucy. Kahkahası Daria'nın kahkahasıydı. 

Dışarıdan dolaşıp ön koltuğu temizledikten sonra yanına oturdu. 

"Ben Daria" dedi yeniden. "Ve seni çok özledim. O sarışın kızı hatırlıyorum. O sırada sadece şarkı söyleyebiliyordum. Duruma uygun bir tane bulamamıştım ama o rusça ninniyi sana yeniden söyleyen bendim"

Bugün sana şarkı söyleyeceğim
Harika bir rüya hakkında bir şarkı
Gökyüzünün parlak mavi olduğu yer
Ve etrafındaki her şeyin bize ait olduğu

Arabayı çalıştırıp sürmeye başladı. Nereye gideceğini hiç bilmiyordu. 

"Bu seyahati kaçıracağımı düşünmüyordun değil mi?"

"Sana Daria diyemem"

"Bana Lucy de. Çünkü bu ikimizin küçük sırrı" dedi.

Lunaparka doğru çekti. Dönme dolabın tepesinden, çarpışan arabalara, avcılık numaralarından, hızlıca hem kendi etrafında hem de bir merkez etrafında dönen uzay gemilerine kadar her birisini dikkatle seyredip sonra bolca jeton alıp ateri oynadılar. Ayakta oynanan eski moda oyunlardı. Daria her zamanki gibi çok daha iyi oynuyordu. Lucy'e baktı. 

"Hotel'e gidelim" dedi. Daria bu ses tonunu iyi tanıyordu. 

Arabaya geri dönüp yolda şarap, pizza ve mum alıp otel odasına girdiler. Üstlerindekilerden birer birer kurtulup sevişirken yatağa geçtiler. Yeniden onunlaydı. Hayal bile etmemişti bunu daha önce. Akşama dek yatakta kalmışlardı.

"Tüm zamanların en iyi sevişmesi" diye güldü Salman.

Evlilikleri boyunca daima yatakta birini daha isterdi ve şimdi tam olarak düşündüğü gibi olmasa da bu gerçekleşmişti. Daria ise kendini tuhaf hissediyordu. Onun bu hayalinden elbette haberdardı.

"Seni kıskanıyor muyum bilmiyorum" dedi Lucy.

"Ya da kıskanmalı mıyım?"

Salman'ın soracağı onlarca soru vardı ama Lucy bunları yanıtlayamıyordu. "Bunların hiçbirini bilmen gerekmiyor, şu anda ve buradayım, yanındayım" diyordu. "Daha uzunca bir süre daha da burada kalacağım. Sadece bana odaklan" 

Şarap içmeye başlamışlardı. Mumlar yanıyordu. Bazen Lucy beyaz kovboy şapkasını takıp bağırıp çağırarak Country şarkıları söylüyordu. Gece müdürü iki defa kapılarına gelmişti. Karanlıkla birlikte inen serinliği hissedebilmek için pencereyi açtı. 

"Peki nasıl döndün?" dedi Salman. Gelen serin meltem perdeleri havalandırıyordu. Odanın içi penceredeki yansımadaydı. Uzaklardan siren sesleri geldiğini duydular.

"Çünkü" dedi Lucy. "Yarım kalan işlerimiz var"

11

Route 66'i gece boyu sürmek için bir akşamüstü yola çıktılar. Sadece bir çadır, bazen uzun zaman bir benzinciye rastlayamayacakları endişesiyle iki yedek bidon benzin,su ,gördükleri hemen her markette tazeleyecekleri sandviçler ve basit birkaç kıyafet almışlardı. Çok yavaş ilerliyorlardı. Yolun çizgileri iki yandan akıp gidiyordu. Albümleri sevmişlerdi. 


Katie eski ön verandasında oturuyor
Tavukların yeri gagalamasını izliyor
Bu gece pek bir şey olmayacak
Bu tek at kasabasında
Orada, yola doğru geliyoruz
Hırpalanmış bir Chevy kamyonunda
Erkek arkadaşı Tommy kornaya uzanıyor
Batağın içinde çamurun içinden sıçrayarak*


Arabanın uğultusuna alışmışlardı. Herhangi yolunda gitmeyecek bir sesi farkedebilir hale gelmişlerdi. Ama arabadan asıl anlayan Lucy'di. Babasının buna benzer bir arabası ve onunda merakı olduğunu söylemişti. Zaman zaman yol boyu kenara çeker, önceleri araba için aldıkları saf sulardan ama daha sonra bittiğinde çeşme suları ile doldurdukları bidonları ön kaputu açıp motoru soğutan su alan kısmına dökerdi. Teknik olarak yedek bir lastikleri vardı ama aslında Salman arabanın lastiğini değiştirmeyi de bilmiyordu. 

Dışarı çıktıklarında öğleden sonraları Lucy beyaz kovboy şapkasını takar ve Amerikan futbolu topunu Salman'a fırlatırdı. O da uzun bir pası yakalar gibi gösterişli biçimde topu yakalar ve sanki ileride touchdown sahasına giriş yapmak üzere olan takım arkadaşına fırlatır gibi geri fırlatırdı. Marketten birşeyler alıp gelirken ya da birkaç bira alıp dışarda takılırken top sürekli aralarında gider gelirdi. Böyle günlerin birinde ağaçların içinde iplere dolanmış bir kuzgun görmüşlerdi. Ya çocukların yaptığı bir hergelilikti ya da kendi beceriksizliğiydi ama çırpınıyor, kurtulamıyor ve uçamıyordu. Salman ağaca tırmandı ve maket bıçağıyla onu serbest bıraktı. Onlar için hepsi bu kadardı ama kuzgun onları takip etmeyi bırakmamıştı. Önceleri sandviçlerine de ortak oluyor, arabayı yol boyu takip ediyor, kaldıkları yerlerde dışarda bekliyordu. Kendi sürüsüne dönmesi için yemek vermeyi bırakmalarına karşın mat tüyleri olan kara kuzgun onlara eyaletin çıkışına dek eşlik etmişti. Daria onun gözlerinden baktığını ve herşeyin normal göründüğünü, kendilerini takip etmesinin sebebini anlayamadığını söylemişti. 

Yol boyu otellerinde kalırken yaş farkları onları Lolita ve üvey babası gibi görünmelerine sebep oluyordu. Birlikte oda vermek istemediklerinde Kid ve Port gibi tek kişilik yan yana iki oda tutuyorlardı. Sonra elbette Lucy onun yanına geliyordu. Babasından bahsederken yolda duygusallaşmış, ağlayacak gibi olmuştu. "İstersen ara" demişti Salman da. Gördüğü ilk telefon kulübesinden ailesini arayıp yolda olduğunu, hayır kayıp olmadığını, iyi ve sağlıklı olduğunu, madde kullanmadığını ve uzun zaman daha dönmeyi düşünmediğini söyledi. Paraya ihtiyacı yoktu. Telefon kulübesinden gelirken Lucy şimdi çok daha iyi görünüyordu. Daha sonra Salman'da birkaç konuşma yapmıştı. 

"Haberler iyi"

Altılı bira paketini otel odasında açarken Lucy'ye tüm hikayeyi anlattı. Tehdit telefonu açan kadın ölmüştü. Artık sadece asıl adamın peşine düşeceklerdi. 

"Aslında kadını banyoda elektrik çarpması gerekiyordu." dedi düşünceli bir sesle.

"Fön makinesi ayarlanmıştı. Kaza gibi görünecekti" Dalgın hali geçmişti.

Fakat internette yazışmalar sonrası fantazilerini gerçekleştireceğini düşündüğü erkekle otel odasında buluşmayı beklerken olaylar farklı biçimde gelişmişti. Konuşmaları Karan belli bir noktaya getirip hazırladıktan sonra otele gidecek olan adama devretmişti. Adam ayrıntıların üstünde durmamış ve geçmiş konuşma dökümlerine şöyle bir göz atmıştı sadece. Kadının orada olacağını bilecek kimse olmayacaktı. Ancak daha sonra birlikte çalıştıkları adam bir nedenden gitmiş, gerçeğinden belli bir mesafeden ayırt edilemeyen silikon bir suratla iri yarı bir adam gelmişti. Tecavüz ettikten sonra kadının bacaklarından çıkan çorabıyla onu boğarak öldürmüştü. Kadının öldürüldüğü ertesi gün ortaya çıkmıştı. Kaba ve sert bir cinayetti. Haberler gazetede kadının son fotoğraflarıyla basılmıştı. Salman ve Lucy bunu kutlamak için gece boyu içerken otelin penceresinden sokak lambası ışığında parlayan çıplak asfaltı ve boş beton bahçeyi izliyorlardı. 

Dip not:* She's In Love With The Boy /  Trisha Yearwood





12

Geceler boyu yol aldılar. Gündüz sıcağında kendilerini yol üstü otellerinden birine atıyolardı. Kasabalara giriyor, yürüyüşlere çıkıyor, sessiz barlarına konuk oluyorlardı.  


Başka bir kalp kırıklığı istemiyorum
Ağlamak için bir tura daha ihtiyacım yok, hayır
Zor yoldan öğrenmek istemiyorum
Bebeğim, merhaba, oh, hayır, hoşçakal
Ama beni bir roket gibi yakaladın
Doğrudan gökyüzüne ateş ediyorum*


Lucy müziğin sesini kıstı. 

"Bu kasabayı sevdim. Birkaç gün burada kalabiliriz"

Araba kullanmaktan yorulmuştu. 

"Bırak ben kullanayım"

"Vitesleri doğru geçirmiyorsun. Arabanın anasını ağlatıyorsun bebeğim"

Kasabaya girip bir lokantada durdular. Yerel mekanları denemek hoşlarına gidiyordu. Küçük bir yerdi. Masalar duvar kenarlarına yanyana sık biçimde konulmuştu. Yemek yerken dünkü çatışmadan bahsediyorlardı. Yüksek miktarda uyuşturucunun el değiştireceği istihbaratıyla hızlıca bir operasyon düzenlemişlerdi. Adamın biri karakola gelmiş, 'Şu anda hali hazırda gerçekleşiyor' demişti. O yüzden çevre kasabalardan destek beklemeden üç polis açılmayan kapıdan zorla içeri dalmışlardı. İçeride de üç dört kişi vardı ve silahlılardı. Karşılık vermişlerdi. Sonuçta polisler ve adamlardan biri ölmüş diğerleri kaçmıştı. Düğünü ertelemeyenlerin dedikodusu yapılırken duymuşlardı hikayeyi. Çıkıp yürürken bahsettikleri bahçe düğününe rastladılar. Gelen pek çok yabancıyla birlikte içeri davet edildiler. Onlarda bu hatayı düzeltmeden içeri girdiler, şarap içtiler ve pek çok kalabalık fotoğrafta poz verdiler. Sepetler dolusu çiçeklerle dolu dar bir koridoru geçip dışarı çıktıklarında yaptıklarına gülmeye başlamışlardı. Fotoğrafları düşünüyorlardı. Kendilerine elbiseler satın alıyor, kilisede kasaba ahalisi ile birlikte ayine katılıyor, bisiklet kiralıyorlardı. 

Otele döndüklerinde birinin daha peşlerinde olduğunu fark etmemişlerdi. Arkalarından oda kapısını açıp silahı Lucy'ye doğrultmuştu. Paraların içinden çıktığını keşfettiği sırt çantasını istiyordu. 

"Bela istemiyorum" dedi Salman. 

"Parayı al ve git" 

Silahı Lucy'nin üzerinden çekip sırt çantasını alıp çıktı. Salman aşağı baktı. Hazır bekleyen motor soyguncunun olmalıydı. Aşağıya sallanıp balkona oradan da zemine atladı. Arabalarından levyeyi çekerken adam motorsikletine atlamıştı. Hızlıca beline doğru sertçe vurdu. Aşağı devirmişti.

"Dizkapaklarını bununla parçalayabilirim, Parayı ver" diye bağırdı. 

Adam hareket edemiyordu. Sızlanmaya benzer bir ses çıkardı. Salman para çantasını çekip aldı. Yanına birkaç kağıt para bırakıp hastaneye gitmesini söylemişti. Soyguncu muhtemelen dünkü çeteden kalan adamlardandı. Belki de başkasıydı. Kasabadan hoşlanmamıştı. O gece yeniden yola çıktılar.


Dipnot: *Faith Hill, This Kiss





13

Gece araba sürerken otoyol kenarına dizili sokak lambalarının ışığı yol kenarındaki boşlukları da aydınlatıyordu. Büyük bir çölden geçiyorlardı ancak hava bulutlarla kararmış olduğu için yıldız ışıklarının altında görünen ruhani bir havası olan o boş ve ıssız tepeler yoktu. Yol kenarı boşluklarının ötesi zifiri karanlıktı. Lucy yine direksiyona geçmiş, pencereleri sonuna kadar açmış  aşağı yukarı çalan bütün şarkılara yüksek sesle eşlik ediyordu


Bir sürü yer gördüm
Dünyanın her yerinde bulundum
Bazı güzel yüzler gördüm
Birkaç güzel kızla birlikte oldum
Sonuçta şahit olduğum
Bir şey beni hala şaşırtıyor
Tıpkı bir mucize gibi, inanmak için görmelisin*


Otoban neredeyse bomboş gibiydi. Onlarla birlikte gece yolculuklarını seçen arabalar göremiyorlardı. Haritayı kontrol ediyor, yanlış bir yere sapmış olup olamayacaklarını düşünüyorlardı. Ama Route 66 buydu. Boştu ve onlar da yolun tam ortasında hala ağır bir hızda sürüyorlardı. 

Lucy kasabadan aldığı tek parça bir elbise giymiş, Salman'da onun bacaklarını seyrediyordu. Direksiyonun başına geçtiğinde çıkardığı sandaletleriyle çıplak ayaklarını. 

"Çölü geçmeden kamp kurabiliriz" 

"Ani bir fırtına gelebilir" diye yanıtladı Lucy.

"Hem zifiri karanlık"

Elbisesini yukarı çekip onu okşamaya başladı.

"Öyleyse kenara çek"

"Bilmen gereken bir şey var" dedi Lucy.

"O şey her neyse biraz bekleyebilir"

"Sen de önümüze çıkacak ilk otele kadar bekleyebilirsin"

"El frenini çekmek üzereyim"

Lucy arabayı durdurdu. Sevişerek arka koltuğa geçtiler. 

"Daha sert s.k"

Lucy'nin kalçaları Salman'ın elinin altındalardı. Kıvrak bir beli vardı. Nefes nefese kalmışlardı.

"O şey neydi?" diye sordu Salman.

"Boşver bebeğim, herşeyi bilmek zorunda değilsin"

"Sana Lucy diye seslenmene sinirlendiğini düşündüm. Ama başkalarının yanında şaşırmamak için bunu yapmak zorundaymışım gibi geliyor"

"Hayır bebek, sorun şuydu ki, ben birkaç gün öncesine kadar seni hissedemiyordum. Lucy'deydim ama hissedemiyordum"

"Bütün o sevişme sahnelerini Lucy'nin gözlerinden sessizce mi seyrettin yani, ben bir başkasıylaydım ve sen açıkça beni izliyordun"

"Bu seninle olmak için ödemem gereken bir bedel olarak görünmüştü. Ama zordu. SOnra değişti"

"Anlamıyorum" dedi Salman. "Lucy'nin kendi iradesiyle sana izin vermesinin yeterli olduğunu sanıyordum."

"Bilmediğin çok şey var Salman, o esas adamı, asıl büyük o.ospu çocuğunu öldürmeye odaklanmalıyız şimdi sadece"

"Neden sen gitmiyorsun?" diye sordu Salman. "Seni yaklaştırırım, Ve sen de gider adamla birlikte görünürsün bir biçimde iradesini aldığında da pencereden onunla birlikte atlarsın. İntahar gibi görünür"

"Keşke herşey bu kadar kolay olabilseydi ama bu mümkün değil. Ben ona yaklaştığımda beni esir alırlar. Ölmeden önce nasıl biz ve onlar varsa bu öldükten sonra da sürüp gidiyor. Yani işler kiliselerde anlattıkları gibi yürümüyor."

Salman dışarı çıkıp otoyolun kenarındaki boşluğa doğru yürüdü. İçinden tartışmak geliyordu ama bu Lucy'nin anlattıklarını değiştirmeyecekti. 

"Yine de" dedi Lucy. "Hiç kimse yokken bana adımla seslen"


Dipnot: *God Blessed Texas, Little Texas




14


Arabanın motoru keyifli horultusuyla yolda yavaşça akıyordu. Onları yolboyu tamircilerinde süründürmediği gibi, gerçi pek çok kasabada ne durumda olduğuna baktırıyordu, sanki mesafe aldıkça ve yol kat ettikçe asıl performansına kavuşmuştu. Yapılmaktan amaçlandığı şeyi yapmaktan mutlu oluyormuş, bundan bizimkine yakın bir tatmin hissediyormuş gibi arabanın içini yüksek sesiyle dolduran bir uğultusu vardı. Kasetçalarında garip bir alışkanlığıyla şarkıların yarısında zaman zaman kaseti dışarı atıyordu ve yeniden içeri geri ittirmek gerekiyordu Lucy "Beğenmedi" diyordu ya da arka bagaja dokunulduğunda neredeyse kendiliğinden açılıyordu. Bu gibi özellikler ona kişilik katıyor, bizim varlığımıza kendi varlığıyla cevap veriyormuş gibi hissettiriyordu.



Seni ilk gördüğümde aşkı gördüm
Ve bana ilk dokunduğunda aşkı hissettim
Ve bunca zaman sonra
Hala sevdiğim kişisin
  
Başardık gibi görünüyor
Bak ne kadar ilerledik bebeğim
Uzun bir yol kat etmiş olabiliriz
Bir gün oraya varacağımızı biliyorduk

"Bahse girerim asla başaramayacaklar" dediler
Ama sadece tutunduğumuza bakın
Hala birlikteyiz ve hala güçlüyüz*

"Onlar, dedin Lucy" dedi Salman. 

"Onlar kim?"

"Ka'ya saldırıyorlar" dedi Lucy.

"Ka eski Mısır mistisizminde kişiyi o kişi yapan şey anlamına geliyor. Onlarsa göründükleri kişiyi kandırmaya çalışıyorlar ve kimisi insan değil. Benlik yanılgısı yaratmaya çalışıyorlar. Bizim tam aksimize kendilerini ortaya koymak yerine, kendi ruhları ile o kişi arasındaki sınırları benlik yanılgısıyla ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Daha sonra onu bir konak beden olarak kullanıyorlar. Bunlar bir çeşit hızla yayılan kimyasal bir silah, bir virüs gibiler. Ka inanca göre fiziksel bedenden bağımsız olarak var olur. Daha sonra ba'ya atlarlar. Ba kişiliği, bireyin karakterini veya ruhsal varlığını temsil eder. Öldükten sonra da varlığını sürdürebilir ve hiyerogliflerde kuş olarak temsil edilir. Ba'sı ele geçirilen kişi artık o kişi değildir, davranış değişiklikleri geçirir, başka biri gibi davranır çünkü artık farklı birine dönüşmüştür. Bütün bunlar olurken ele geçirmeye çalıştıkları kişinin iradesini kabul manasında almak umurlarında bile değildir. Onlara göre bu bir savaştır ve ele geçirilmişlerdir. Ele geçirilenler kim olduklarını anımsamazlar, yeni oldukları kişiyle özdeşleşirler ve kontrolü tamamen kaybetmişlerdir. Genelde aşırıcı tipler olmaya başlarlar. Birdenbire bir davanın müdavimi ya da militanı, aşırı dindar, aşırı solcu, aşırı liberal. Yeni özdeşleştikleri şey her ne ise o. BU bazen bir aile hatta bir millet de olabiliyor."

"Sen kabala'yı anlatır gibisin. La ise tanrının yoluydu. Onunla ortak olan şeydi. Ama ona dokunamazlar"

"Dokunamıyorlar da. O yüzden daima dönüş için bir umut vardır. Çok kabaca söylersek ka töz, ba ise ilinek gibi düşünülebilir"

"Bunun karşısında olan şey teknik olarak ve diyalektik karşıtlığı gereğince nilüferle simgelenen bağlarından, köklerinden kurtulmak olmalı. Başka köklere de bel bağlamadan."

"Bu düşündüğün kadar basit değil Salman, Matematik motomot düz mantık olarak işlemiyor, Neyse artık boşver bunları kenara çek işiycem"

Salman kenara çekip onu bekledi. Uzaktan bağırdı.

"Seninle tanıştığım yıllarda ben de bunlarla ne yaptıklarının ne yapmaya çalıştıklarının farkında olmadan savaşmıştım. Ben onlara musallat olanlar derdim. Musallat olan g.t ifritleri ya da lağım sıçanları, sıçan larvaları. Onları uzaklaştırabilmek için yogaya, meditasyona ve tai-chi'ye merak salmıştım. Bir süre sonra iradenin gelişmesiyle birlikte sanırım daha güçlü oluyorsun ve dokunamıyorlar ya da ele geçiriliyorsun ve farkında bile olmuyorsun. Kimbilir hangisi"


Hava aydınlanıyordu. Kendilerini yorgun hissediyorlardı. Sabahın serinliğinde yerel radyoları dinleyerek sürmek gibisi yoktu. Haberleri okuyan kızın sesini çok seksi bulduğu için ismi konmayan bir gerginlik olmuştu. Lucy'nin ne zaman neye kızabileceğini kestirmek 10 sene sonra hala zordu. Kenara çekmeden önce yeni kasabanın ana caddesinde sabah sessizliğinde dolaştılar. Uzun zaman sonra pek çok sokak köpeği görüyorlardı. Arabaya havlamıyor, dostane bir ilgiyle yaklaşıyorlardı. Lucy açık bir market bulup mama dağıtmak için bütün kasabayı dolaştırdı ancak açık bir market yoktu. Keyifle öğlene dek uyuyorlardı anlaşılan.   
Yol üstü motellerinden birine daha kendilerini attıklarında içeride hiçkimse yoktu. Resepsiyonda duran yuvarlak zili defalarca çaldıktan sonra yukarıdan kırışık yatak kıyafetleriyle genç bir çocuk indi. 

"Bütün gün uyumak istiyoruz, sessiz bir yer lütfen"

"Artık her yer sessiz. Yoldan da pek araba geçmiyor"

"O halde manzarası olsun ana yola baksın"

Ciddi bir bahşiş bırakan Lucy yukarı çıkarken 

"Çok seksi bir çocuk. Çok çıtır, tam bir Lolita" dedi.

Kapıyı açıp girdiklerinde odayı geniş buldular. Şimdiye kadar ki en geniş odaydı. 

"Uykudan önce bir FRP* hikayesi ister misin?" dedi. "Yolda gelirken tasarlıyordum"


Üstündekileri çıkartıp yatağa atlarken 

"Gönder gelsin" dedi Lucy. 

"Kimim ben bir şövalye mi, yoksa bir elf prensesi mi?

"Hiçbir değil. Sen bu oyunda bir mektup taşıyıcısının. Bir sürü Lolita'nın yaşadığı Lolita ülkesinde kralın mührünü taşıyan mektupları taşıyorsun. Ancak bu defa sorumluluğun çok büyük çünkü düşmanlar ülkenizi dört bir yandan kuşatmış büyük bir orduyla geliyorlar. Dost ve müttefiklere haber verillmesi lazım. Kuvvetler dengesi onların lehine şu anda ve sizi ve müttefiklerinizi tek tek savaş alanında yenebilirler ama eğer bir araya gelebilirseniz siz galip ayrılacaksınız. Bu yüzden mektupların yerlerine ulaştırılması gerekiyor ve süre sınırlaman da var bu yüzden. Şimdi atlı özel bir askeri bir birlikte alabilirsin yanına, çünkü sizi durdurmaya çalışacaklar ya da güçlü yetenekli bir şövalye ve bir elf savaşçı. Sen karar ver."

"Özellikler, dezavantalar"

"Askeri birlik daha güçlü ama saklanmaları gereken durumlarda dezavantajlılar ayrıca kalabalık oluşlarından ötürü bütün yolları kullanamazsın."

"Şövalyeyi ve elf savaşçıyı alıyorum o zaman ve atları alıyoruz"

Oyunu hiç bir zaman bitiremeyecek, elflerle, goblinlerle, büyücü ve savaşçılarla dolu masalsı bir uykuya dalacaklardı. 

Uyandıklarında güneş kalın perdelerden yıldırıcı ışıklarını içeri sanki zorla sokuyordu. Boğucu bir sıcak vardı. Kalkıp klimayı açtı. 

"Ben bira ve kahvaltı alıp geliyorum. Telefon da açmam lazım" dedi Salman. "Odadakini uluslararası sulara kapatmışlar" 

Döndüğünde planlamadığı şekilde bir bira açıp sessizce Lucy'yi seyretmeye koyuldu. Bacakları açık ve birbirinin üstünde zaman zaman birini biraz daha kendine doğru çekiyordu. Kalçaları külodunun altında yuvarlak ve biçimliydi. Yaklaşıp ayaklarının altından öptü ve yukarı çıkmaya başladı. Heyecan verici bir kokusu vardı. 

"Leş gibi bira kokuyorsun"

Yatakta yuvarlanıp ayağa kalktı. 

"Kahve yok mu?"

Birini açtığı teneke kutularda buzlu soğuk kahvelerden uzattı. 

"Bir rüya gördüm" dedi Lucy.

"Sen doktordun. Konsültasyon falan diyordun. Beyaz önlüğün vardı."

Hava çabucak akşamüstü olmuştu. Bir gece daha kalmaya karar verdiler. Küvetleri yoktu ama duş harikuladeydi. Başlığı çevrildiğinde basıncı ayarlanabiyordu. O gece bir ziyaretçileri olacağından habersiz uzun bir sevişmenin ardından uyuyakaldılar.

Sinek bir karasinek, basit bir çöp sineği değildi. Öyle olsa aldırmayacaklardı. Biraz daha erken yüzünü gösterseydi bir sprey alıp canına okuyabilirlerdi. Ama oldukça iyi seçilmiş kritik bir zamanda ortaya çıktı. Sinek kendi seçtiği bir zamanda vızıldayarak pike yapan ve bazen de dikkatle izlediği halde nasıl yaptığı anlamayacak şekilde tamamen sessizce adeta ayın üzerine iniş yapan bir gemi gibi yavaşça gelen bir sivrisinekti. Salman ilk uçuşlarının tamamen kontrol amaçlı olduğunu düşünüyordu. Lucy'e göre sinek onu bir şizofren haline getirmişti. 

"Hayır dikkat et" demişti o da. "Herhangi bir hamle yapmıyor. Hamlesini saklıyor. Sadece olabildiğince vızıldayarak üstümüzden uçuyor ve tepki verip vermediğimize bakıyor"

Salman'a göre son vurucu hamlesini uyuduklarından emin olduktan sonra yapıyordu, yapmak istiyordu. Birkaç defa kamikazeci pilotlar gibi hızla üstüne geldikten sonra yön değiştirip ortadan kaybolunca kalkıp ışığı yaktı. Nerede olabilir, nereye saklanabilirdi ki? Elindeki moda dergisiyle önce tavanları araştırdı. Yoktu. Sonra perdeleri hareketlendirdi ama ortada görünmedi. Belkide hareket etmemeyi tercih etmişti. Işık yakıldığında bariz bir biçimde bir tarafa geçip pusuyordu. Işık açık uyumaya karar verdiler. Işık, uyku için ödenebilir bir bedeldi. Gündüz uykularından ışığa epeyce alışkındılar.

Ancak çok sürmedi. Birazdan yeniden salvolarına başlamıştı. Salman dikkatle onu izliyordu. En azından ayağa kalkana kadar nereye saklandığını görebilecekti. Birkaç geçişten sonra kendisi için yapılan planı anlamış gibi gölgelerin arasında kayboldu. 

Lucy rahattı ve hemen hemen Salman olmasaydı deliksiz bir uyku çekecekti çünkü sinekle ilgili garip bir mantığı vardı.

"Sadece bir defa kanını alacak Salman, izin ver ona" demişti. "Hem nekadar çekebilir ki?"

Sadece biraz hareketsiz kalacak kanını aldıktan sonra çıkıp gidecekti. Hem belki şanslıysan bu sırada diğer elinle onu avlayadabilirdin.

"Yavrularını besleyip büyütebilmesi için senin kanındaki proteine ihtiyacı varmış"

Salman sessizce yattı. Bu fikirle sakince bekleyecekti. Sonra hangi koluna gelirse diğeriyle onu hızlıca avlayacaktı. Uzun bir süre bekledikten sonra gözleri kapandı. Işık hala açıktı. Gözünü ne zaman sonra yeniden açtığında ilkin gözlerine  inanamadı. Sinek sol kolunun üstünde altın vuruş için hazırlanıyordu. Şimdi sadece sakin olması yeterliydi. Hemen acele bir hamle yapmayacaktı. İğnesini sokmasını bekleyecekti ve bu da toparlanıp kaçabilme süresini uzatacaktı. Bekledi. Sinek sanki birşeylerden kuşkulanmış gibi dolaşıp duruyor kendi hamlesini olabildiğince geciktiriyordu. Sonunda Salman'la girdiği sinir harbini uzattıkça Salman dayanamadı ve sağ eliyle şansını denedi. Şaplak Lucy'yi uyandırmıştı. Sinek de kaçmayı başarmış vızıldayarak tepelerinde halkalar çiziyordu. Gitmiyordu da. Sonunda onu öldürmekten vazgeçmişti. Ona bir çeşit anlaşma önerdi. Pencereyi açarak "Tamam, gidebilirsin" dedi. Bİr çeşit ateşkes zamanından sonra sinek bunu kabul etmediğini belli edecek şekilde odanın içinde birkaç defa dönüp durdu. Salman elinde açık dergiyle onu pencereye doğru kovalamaya çalışıyordu. Sonunda kalkıp bira içmeye başladı. Kaybetmişti. Bira içerken aklına Lucy'yi yem olarak kullanmak aklına geldi. Dayanılmaz ve olağanüstü bacaklarının üstündeki nevresimi çekip sakince pusuda bekledi. Sinek bir süre sonra bira içtiği elinin etrafında vızıldayarak dolaşmaya başladı. 

Sabah Salman epey sinirliydi. 

Yeniden telefon açıp "Tamam ama daha iyi bir bilgisayar faresine ihtiyacımız var" diye bağırdı. "Adamın günlük programına erişimimizin olması lazım."

Yanındaki sekreterinin laptopuna girilmesi gerekiyordu. Sekreteri ise onlar kadar internet konusunda rahat değildi. Güvenlik duvarları vardı. Ama birkaç kasaba sonra bilgiler gelmeye başlamıştı. Gelen bilgiler umut verici değildi. Yol kenarına çekip votka içmeye başladılar. Aldıkları bilgilerden sonra plan yapmaya çalıştıkça işin zorluğunu farketmeye başlamışlardı. Evde alarm ve güvenlik vardı. İki doberman bahçede dolaşıyordu. Arabası ise zırhlıydı. Tehlikeli bir durum hissederse kapıları kilitlediğinde değil makineli tüfek bazuka bile etkisiz kalıyordu. Her ne yapılacaksa ev ile arabası arasında olmalıydı. Arabadan eve yolu çok kısaydı. Ancak bir keskin nişancı hedefi vurabilirdi ama böyle bir profesyonel bulsalardı bile yerleşebileceği etrafta uygun kalabalık bir bina yoktu. Villalar bölgesi oldukça tenhaydı. Kaldı ki yaralı kurtulma ihtimali de hayli fazlaydı. Korumalarından hiç ayrılmıyordu. İş yeri ile arabası arasında ise holdingin garajı vardı ki bu en dikkatli oldukları yer olacaktı. Garajın serin karanlığı ne gizlenmek ne de kaçmak için ideal bir ortam sağlıyordu. Bunlar olurken fareyi bulduklarının haberini almıştı. Şimdi uygun bir tatilini beklemek zorundalardı. Ayrıntılar, oda numaraları, günlük rutinleri.  En savunmasız anının o zaman olacağını hesaplamışlardı.

 

Dipnot *Shania Twain, You're Still The One
*Fantastic Role Playing. Hayal gücü ile rol yapma oyunu. En popüleri Zindan ve Ejderhalar





15

Yolculuğun son günleriydi. Daria araba kullanmadığında pencereyi açıp köpekler gibi kafasını dışarıdan çıkartıyordu. Bir kasabanın çıkışında arabaya durmasını söyleyip çıplak ayaklarıyla harikulade kokan domates tarlasına girip kucağını kırmızı domateslerle doldurdu. 

Dışarıda hayat var mı?
O kadar çok şey varki yapmadığı
Ailesinin ve evinin ötesinde bir hayat var mı?
Yapması gerekeni yaptı, 
Cesaret ettiği şeyi mi yapmalı?
Ayrılmak istemiyor, sadece merak ediyor, dışarıda hayat var mı?

O her zaman yarın için yaşadı
Bugün için nasıl yaşayacağını asla öğrenmedi
Aptalca bir şey denemek için can atıyor
Çılgın bir şey yap ya da uzaklaş*

Arabadan gelen müzik heryere yayılıyordu. Gündüz vakti orman yoluna girip daracık bir nehirin yanında çadır kurup kamp yaptılar. Lucy'nin kararsızlığı geçmişti. Salman ile birlikte Türkiye'ye dönecek ve bu hikayenin sonuna dek Daria'ya ya ev sahipliği yapacaktı. Arabalarını Los Angeles'ta yok pahasına elden çıkarıp aktarmalı uçak biletleri hazırlarında bulunur halde sadece Lucy bölgeyi ve özellikle her yerine çamaşırlar asılmış, insanların dışarıda güneşlendiği park alanını beğendiği için son gecelerini orada bir karavanda geçirdiler. 

"Burada yaşasaydık ben mutlu olurdum" dedi Salman.

"Lucy'de olurdu. Ama sen olamazdın değil mi?"

"Herkes kendince elinden geleni yapıyor" diye kesti Daria. Bu çeşit göndermeleri genel olarak görmezden gelme güdüsüne sahipti. Onun bu halinin Salman'ı kızdırdığını biliyordu. New York aktarmalı uçak yolculuğu çok uzun sürmüş ve uyuyamamaktan yorgun halde eve ulaşmışlardı. Ancak Lucy Türkiye'ye indiğinden beri tuhaftı. 

"Neyin var" sorusunu yanıtlamıyor, pek fazla konuşmuyor, hiçbirşey yemek istemiyordu. Akşamüstü hastalandı ve gece acilden ağrıkesicilerle eve döndü. Salman, ateşlendikçe başucundaki buzlu suyu ıslatıp havlularla eklem yerlerine koyuyor ve biraz daha ne olursa olsun sıvı tüketmesi için yalvarıyordu. Sabaha karşı yattığı yerde doğrulup,

"Çok yukarılarda bir çivi oyunu oynuyorlar." diye sızlandı. "Siz oynar mıydınız?"

İki çivi sırayla ıslak ve yumuşak toprağa atılır. Sonra yeniden ve yeniden. Oluşturdukları çizgiler yani saplanma noktalarını birbirine bağlayan çizgiler birbirini kuşatmaya, hapis etmeye uğraşırdı. Söylediğine göre yavaş yavaş ilerleyen böyle bir kuşatma oyunu oynanıyordı.

"Ortadoğu menşeili iki kurt klanı birbirine girmek üzere, başka bir boyutta da iki grup birbirlerini kuşatmaya çalışıyorlar." dedi. 

"O kesinlikle kabul edilmiyor. İnatla kendi başına devam etmeye çalışıyor ve herşey daha berbat oluyor. Herşeyi ele geçirmeye çalışıyor, bunun içinde herkesi boyun eğdirme amacıyla hareket ediyordu. Ama aslında İnanna ile birlikte hareket ediyor. Gerizekalı"

"Küstahlaşma Daria" dedim.

"Ben Lucy, anlayamıyor musun Daria burada değil" dedi. "Benlik yanılgısı yaşadığından ötürü İnanna ile birlikte hareket ediyor. Aslında İnanna onunla birlikte görünüyor. O ise tek başına hareket ettiğini sanıyor. Normalde karşı tarafta olması lazım"

"İnanna. Gökyüzünün fahişesi. Onun rüyasına göre savaş ve çatışma onun egemenliğinde sona erecekti. Ancak halk dışında yüksek sınıftan soylular tarafından saygı görmüyordu. Bu da Hititlilerle Mısır Panteonu arasında bir karşıtlık oluşmasına sebep oluyordu." 

Göksel fahişe İnanna yani İştar'ı geçmenin bir yolu yoktu. Rölyefleri yorumlayanlardan biri, fahişe sözüme alınacak olan olursa onun tapınaklarında kadınların ve genç kızların ne maksatla erkeklerle bir araya geldiklerine bakılsın, diye not etmişti. 

Daria son defa Lucy ile birlikte şöyle fısıldadı: "Ona seslendim dedim ki, güçlerini Shiva yararına terket, ona bırakarak geri çekil. Shiva, Nanna ile tarafsız bir alan olarak kabul edilecek Gök tanrı Anunun tapınağında bir araya gelsin. İki kadın başbaşa Sethe gönderilecek olan elçiyi ve söylenecek sözü belirlesin.

Karanlık ve kötü Seth. Lanetlenmiş yeryüzü. Zamanın başından beri süregelen bu hikaye asla sona ermeyecek ta ki herşey kendi ilk ortaya çıktığı belirsizliğe ve karanlığa doğru eriyip kaybolana dek. Ve eğer bunu soruyorsan hiç umudum yok, yine de yapılacak başka bir şey göremiyorum.

Bu şey gözde sona ermiyor. Kanda da sona ermiyor. Çok daha derine gidiyor Salman."

"Daria sen misin gerçekten" diye sordu Salman. Lucy başıyla onayladı.

"Karşılıklı kuşatmalar kaldırılacak. Antik hitit ve antik mısır arasında yapılan en eski anlaşma,ahit bozulmayacak. Yabancı panteonlardan gelenler açıkça Shivayı kastediyordu, geri çekilecek. Anunun kararı ve daha sonra Seth rahipleri tarafından onaylandı. O zaman da savaş yeniden yeryüzüne geliyor."

Ateşli sayıklamaları gün boyu devam etti.

Bildiklerini gözden geçirdiğinde Mezapotamya Panteonu ile Anadolu Hitit Panteonunu birbirinden kesin bir biçimde ayırabilmek için yeterli kanıt kesinlikle yoktu. Ancak Hint Panteonundan misafir gelen bir Shiva vardı ve uzlaştırıcı olması beklenen yönü kendi tarihinin eski hikayelerinden ötürü kuşkuyla karşılanıyordu.

Hititler onlardan her bakımdan farklı bir dil ve etnik kökeni olan Hattilerin bu konudaki geleneklerini izlediklerinden ve aynı bölgelerde hüküm sürdüklerinden uzun zaman Hattilerin devamı olarak görünmüşlerdi. Hitit mitolojisi de Mezopotamya kaynaklarından esinlenmiş olmakla beraber Hatti etkisinde de kalmıştı. Hititler, ele geçirdikleri bölgelerde tapınılan tanrı ve tanrıçalara gösterdikleri saygıdan ve onları yerel ölçekte de olsa tanımalarından dolayı "Bin Tanrılı Halk" adını almıştı ve o dönemin topluluklarıyla kıyaslandığında görece çok uzun bir imparatorluk sürmüşlerdi. Hitit panteon tapınağının merkezinde Mezapotamya merkezli bir tanrı olan Fırtına tanrısı yani aslında Enlil vardı. Sümer krallarının da hakim oldukları toprakları veren tanrının Enlil olduğuna inanılıyordu. Enlil yerle göğü ayıran babası An'ın göğü, annesi Ki'nin ise yeri almasından sonra bu ikisinin arasında insanı yaratıp uygarlığı başlatan tanrı olarak bilinirdi. Bu panteonun eril yanını temsil ediyordu. Fırtına tanrısından sonra gelen ve Panteonun dişil yanını simgeleyen, temsil eden daha çok Anadolu mitolojisi ile özdeşleştirilen ise güneş tanrısıydı. Fakat Mezopotamya merkezli mitolojilerde de güneş tanrısı Şamaş'ın var olduğu ve gücünün büyüklüğü düşünülürse bu noktada da mezapotamya ve anadolu ayrımını yapmak saçma olacaktı. Günün sonunda görülen Hitit panteonu ile Mısır Panteonunun Anadolu topraklarında karşı karşıya gelişiydi. Bunun en bilinen örneği de tamamı insanlardan oluşan savaşçılarıyla iki efsanevi ordunun Anadoluda karşı karşıya gelmeleri ve sonunda tarihin ilk büyük barış anlaşması olan Kadeş barışının gerçekleşmesiydi. Bundan sonra tanrılar arasındaki kavgalar yerden göğe sıçramış ve bir daha yeniden bu ölçekte yeryüzüne inmemişti.

Zaten Shiva'ya bu güvenilmezliğini veren de tanrıların göksel savaşlarından biriydi. Binlerce sayfalık mitolojilerine de geçmiş, kayıtlı bu savaşlarında Hint Panteonu binlerce yıl önce baş edilemez bir kötülük gücüyle karşı karşıya kalmış ve utanç içinde geri çekilmeye zorlanmıştı. Kaybediyorlardı. Bu ismi anılmayan kötülük simgesinin karşısında ne yapacaklarını şaşırmış hepsi tek tek hükümranlıklarından oluyorlar ve güçlerini kaybediyorlardı. O senelerde Shiva gücü ve tanınırlığı bakımından ünü pek tanınmayan bilinmeyen Hint panteonundaki binlerce tanrıdan biriydi. Fakat aklına bir fikir gelmiş, Panteona çıkıp dileğini söylemişti. Buna göre en büyük başa güreşen bütün tanrılar ve irili ufaklı diğerleri güçlerini bir süre için Shiva'ya bırakacaklardı. Shiva toplanan bu güçle cisimleşmiş kötülüğe saldıracak, onu kökünden kazıyıp boşluğa savuracaktı. Daha sonra geri döndüğünde kendisinde toplanan iradenin tamamını ödünç aldıklarına geri dağıtacaktı. Tanrılar çaresiz kalmışlardı. Birbirleriyle olan ölümsüz çekişmelerinden ötürü Shiva'yı önemsemediler, yapacaklarını yapmasına izin verdiler. Tüm büyük güçler ve irili ufaklı tanrıların iradeleri onda toplandı ve Shiva kötülüğü yendi. Kötülüğü uzaklaştırdı. Ama vaad ettiği ve bugüne kadar yapmayı reddettiği bir şey vardı. Aldığı güçleri en son raddesine kadar ödünç aldıklarına geri vermek. Shiva bunu herhangi bir sebep göstermeden reddetti ve o günden sonra ismi bilinen, şanı duyulan, Hint Panteonunun belli başlı tanrıçalarından biri oldu. Şimdi yeniden göründüğünde herkes bu hikayeyi biliyor ve bu tedirgin edici tarihinden ötürü onu bir uzlaştırıcı olarak görmek istemiyor, güçlerini onun yararına bırakıp geri çekilmek istemiyorlardı. Salman'ı düşündüren şey Doğuluların kader dediği yazılmış olandı. Bu yazılmış olana göre herşey farklı biçimlerde de olsa ölümsüz çemberlerde birbirini yinelerdi. Bu dairesel tarih görüşüne göre şimdi gelen zamanda eskiden olmuş olan bu hadise tüm bilinen olaylar ve efsanelerin bütün açıklığına rağmen yeni bir biçimde tekrarlanabilirdi. 


"Shiva geri çekilmiyor bebeğim." diye sızlandı Lucy. "Savaş yakında. Geri çekilmiyor"


Karşısına çıkanlar Mezapotamya Panteonundaki pek çok tanrıydı. Aşk, cinsellik ve bereket tanrıçası olarak bilinen İnanna namı diğer İştar aralarında en popüler olanıydı. Onun dengi ancak Kenanlı Astarte, daha sonra Yunan Afrodit veya Romalı Venüs’tü. Ülkeye bereket getirmek ve yaşamı yenilemek için sembolik olarak kral ile cinsel açıdan birleştirilirdi. İnanna, diğer herhangi bir Mezopotamya tanrısına göre çok daha fazla bir şekilde şiirlere ve şarkılara ilham kaynağı olmuş, en güzel methiye ve yakarılar onun onuruna düzenlenmişti. Sümerliler de aşk ve savaş tanrıçası ile krallarının yapacağı sembolik bir evliliğin ülkelerine bolluk getireceğini düşünmüşlerdi. Bu evlilik töreni ilk kez Uruk’ta, kentin dördüncü kralı Dumuzi tarafından gerçekleştirildi. Çoban tanrısı haline getirilen Dumuzi’nin tanrıça ile yaptığı evlilik töreni geleneksel hale geldi. Fakat mitolojik hikayeleri birlikte yeraltına inmeleri, Dumizi'nin ölümü ve ağıt ve yakarışlarla sona eriyordu. 

İnanna’nın yer altına inişi miti ilgisini çekmişti. Çünkü İnanna'dan ve onun kararından neden bu denli çekindiklerini açıklıyordu. 

Venüs yıldızı, Gökyüzünün Kraliçesi, hırslı tanrıça İnanna hâkimi olduğu göklerden
yer altına inmeye karar vermişti. Bu gökyüzü ile yeraltının ölümsüz karşıtlığı ve kucaklaşmasının en iyi anlatılarından biridir. İnanna kutsal yasaları toplar, kraliçelik elbiselerini ve takılarını giyerek yola koyulur. Dönüşü olmayan bu ülkeye yapılacak olan yolculuk metinde, “yukarıdaki büyükten, aşağıdaki büyüğe inmeyi aklına koydu” şeklinde başlıyordu. Yer altının sahibesi ise ablası, ölüm tanrıçası Ereşkigal’di. Ablasının kendisini öldüreceğinden korkan İnanna, yola çıkmadan önce, ulağı ile eğer üç gün içerisinde dönmezse tanrılar meclisinde  yakarmasını, sırasıyla Enlil, Ay Tanrısı Nanna ve bilgeliğin tanrısı Enki’nin huzurunda, tanrıçası için ağlamasını emreder. İlk iki tanrı yardımcı olmazsa, “hayat yiyeceğini ve hayat içeceğini” bilen Enki’nin, kendisini yaşama döndüreceğinden emindir. Harekete geçen İnanna ölüler diyarında ablasının tapınağının önüne gelir. Burada baş kapıcı  ile karşılaşır ve neden burada olduğu sorulur. Bir bahane uyduran tanrıça, ablası Ereşkigal’den alınan talimatla içeri alınır. Ölüler diyarının yedi kapısından geçerken, her bir kapıda elbiseleri ve takıları sırasıyla üzerinden alınır; bu konudaki itirazları fayda etmez. İnanna, ablasının karşısına çıktığında çıplaktır, yani bütün güçleri elinden alınmıştır. Yer altının yedi yargıcı Anunnakiler ölüm bakışlarını diz çökmüş tanrıçaya çevirdiklerinde İnanna ölür ve cesedi bir kazığa asılır. 

Üç gün üç gece geçtikten sonra tanrıçanın ulağı, aldığı talimat gereğince önce Enlil ve Nanna’nın, ardından da Enki’nin huzurunda yalvarıp yakarır. İnanna’nın öngördüğü gibi ona yardım etmeyi sadece Enki kabul eder. Enki, önce cinsiyetsiz iki yaratığı tasarlar, onlara “hayat yiyeceğini ve hayat içeceğini” verir ve bu yiyecekle içeceği İnanna’nın cansız bedenine dökmelerini emreder. Sonuçta İnanna canlanır ancak; dertleri sona ermiş değildir. Çünkü Ereşkigal’in hüküm sürdüğü yer altından çıkmanın tek kuralı yerine yeni bir tanrı bulmaktır. Bu kural İnanna için de işletilmiş ve yerine birini getirmesi şartıyla, yiyecekten ve içecekten habersiz, merhameti olmayan, çirkin ve karanlık cinler ile yeryüzüne çıkmıştır. Bu acımasız şeytanların baskısı altında iki ayrı kente gider. Son olarak koruyucu tanrısı Dumuzi'nin olduğu şehire varır. Burada Dumuzi’yi merasim elbiseleri içinde tahtına kurulmuş, adeta karısının başına gelen felaketi kutlar biçimde görünce sinirlenir ve Dumuzi’yi yanındaki cinlere teslim eder. Başına gelen bu beladan ötürü Dumuzi ağlamaya başlar ve Güneş Tanrısı, aynı zamanda kayınbiraderi olan Utu’ya yakarmaya başlar. Cinlerden kaçabilmek için ellerini yılan eline, ayaklarını ise yılan ayağına çevirmesini ister. Dileği kabul edilir ve bu şekilde kaçmayı başarır. Ne var ki hemen ardından cinler tarafından tekrar yakalanır. Metnin kırık olan ve kısmen tamamlanabilen son satırlarından anlaşıldığına göre, İnanna, Dumuzi’nin kız kardeşinin ricası ile onu aramaya kırlara gider. Bulamayınca bir sinek, ödül karşılığında Dumuzi’nin yer altında olduğunu söyler. Dumuzi, İnanna veya Ereşkigal’in emri ile yılın yarısını yer altında geçirmeye mahkûm edilir. Yılın diğer yarısında ise Dumuzi’nin kız kardeşi yer altında kalacaktır. Metin, tanrıça Ereşkigal’a iki satırlık bir methiye ile sona eriyordu. Bu öykünün sonunu daha ayrıntılı bir biçimde başka metinler yardımıyla izlemek imkânı vardı. Bunlardan “Dumuzi’nin Rüyası” adı verilen öyküde Dumuzi, kötü olayların habercisi olan bir rüya görür. Kız kardeşi bu rüyayı yorumlar ve ölüler dünyasındaki cinlerin onu bulmak üzere olduklarını haber verir. Dumuzi’nin dört sefer tekrarlanan kaçma girişimi de başarısız olur ve sonunda karanlık cinler tarafından yanağına çivi ve sopalarla vurmak yoluyla öldürülür.

Lucy gece boyu zaman zaman anlaşılmaz biçimde sayıklamayı ve sızlanmayı sürdürüyordu. Salman'sa havluları değiştiriyor, bira içiyor ve dizüstü bilgisayarından karşılarına çıkıyor gibi görünen mısır panteonunu araştırıyordu. Panteon açıkça onların grubuyla oyun planında aynı renkte görünüyordu  ama Daria bahsedilen türde bir yanılgıyla İnanna ile birlikte hareket etmişti. Sayıkladığı her Mısır Panteonundan isim, kendisi de tanrının habercilerinden olan Hermesin habercileriyle birlikte bildirilen oydu ki, onlarla birlikte hareket ediyorlardı. 
 

Dipnot: Is There Life Out There, Reba McEntire



16

İnanna, Nanna yararına çekilmeyi, feragatını uygun bulmuştu ama Shiva güvensizliği öfkeyle karşılamış, gücünü Nanna'ya bırakmamış ancak tarafsız bir gözlemci olarak kalmayı kabul etmişti. Bu da onun buraya gelişinde ve bu olaya müdahil oluşundaki asıl sebebin daha fazla irade ve iktidar kazanmak olduğu önvarsayımına daha uygundu. Çatışma yeryüzünden yeniden gökyüzüne dönmüş gök Tanrı Anu ve Seth rahiplerinin bilgece bakışıyla panteonların güçlerini karşı karşıya getirmek şart olmuştu. 

Bu savaş şöyle gerçekleşecekti: Ölen savaşçılar muhakkak savaş meydanından ayrılacak ancak geri dönmeyecekti. Son sağ kalan askere sahip olan panteon bu savaşın galibi sayılacaktı. Bu savaşta tanrılar doğrudan savaşmayacak, o tanrılara bağlı savaşçılar, büyücüler ve diğerleri savaş alanında boy göstereceklerdi. Savaş bütün gece sürdü. Daria herşeyi konuk olarak Shiva'nın gözlerinden izledi.

Yeryüzünde bu iki grup, inşaat ve medya grubu, Salman'ın anladığı kadarıyla satrançta ilk etapta merkeze açılan piyonlar gibi karşı karşıya gelmişler ardından gerilim devam edince herkes kendi tarafını görüp buna uygun bir tutum alarak satranç tahtasında konumlandırılmıştı. Böyle bir durumda bir suikast girişimi dahi bir belediye başkanı ya da bir milletvekili büyüklüğünde olacaktı. Esas adam daha evvel memleketinde kendi bölgesinde ikinci sıradan adaylığını da koymuş fakat seçilememişti. 

Savaş gece boyu sürdü. Olağan ataklar ve geri çekilişler sonrası Mısır panteonundan gelen savaşçılar belirgin bir üstünlükle kazanmışlardı. Ancak Nanna ve İnanna bu sonucu kabul etmemişlerdi. Bunun nedeni kendilerine bağlı birliklerin dağılma ihtimaliydi. Onlara itaat eden takımlara aslında kendileri itaat ediyorlardı. Bu yüzden onlardan daha yüksek oldukları halde düzensizlik ve kaos'un yeniden başgösterme ihtimaline karşılık onların iradelerine uygun hareket etmişlerdi. Mısır panteonunun elçileri ile konuştuktan sonra yeryüzüne karışmamaya, olacak olanları her ne olursa olsun görmezden gelmeye, karşıtlığı gökten yeniden yere indirmeye razı olmuşlardı. Ancak istedikleri bir şey vardı.


Hititlerde büyü ve ritüeller çok önemliydi. Kötülük ve hastalıkların çoğu  göksel ilintilerinden çok ruh ve ruhu taşıyan bedenin kirlenmesi ile açıklanır. Büyüsel uygulamalar ve ritüeller ile hasta kişinin temizlenmesinin gerçekleşmesi amaçlanıyordu. Göksel savaşların büyük çoğunda da büyücüler ön saflarda yer alıyorlardı. Şimdi Daria'nın ruhu bir başka yerde böyle bir büyücünün yanındaydı. Büyücü yeraltı tanrısının on iki yardımcısından, ismi bilinmeyen bir koruyucu geyik tanrıya bağlıydı. Bir ritüel için çok eski bir büyücünün mekanına gideceklerdi. Büyücü yeraltı tanrıları ile ilgiliydi.

Bilgisayarı açıp yeraltı tanrısının yardımcılarının birlikte kabartma şeklinde taş duvarlara işlendiği resimleri, tanrıları ve tanrıçaları inceledi. Kazılmış odanın sol tarafındaki tanrılar genellikle kısa etekli ve sivri başlıklıydı. Başlıkları boynuzlu, boynuz sayısı dereceleri ile ilişkili, giysileri bele oturur tarzda, beli kemerli, giysileri ise dize kadar iniyordu. Odanın sağ tarafındaki tanrıçalar ise uzun pileli etek, ucu yukarı dönük ayakkabı giyiyor ve küpe takıyorlardı. Tanrıçaların başlarında yüksek başlıklar vardı. Tanrı ve tanrıçalar arasında bir düzey farkının olduğunun öngörebileceği bir emare yoktu. Hitit sosyal hayatında olduğu gibi kadın ve erkek birbirinden farklı ancak denk bir şekilde duvarlara işlenmişlerdi.  

Bir karşılaştırma gerekiyorsa Mezapotamya'daki güneş tanrısı güçlü Şamaş'ı, antik Mısır da Panteonun en güçlü tanrısı Ra karşılıyordu. GÜneşin ortalama büyüklükte bir yıldız olduğunu söyleyen bizlerden hiçkimse henüz ortalıkta yoktu.

Değişik devirlerde, aralarında güneş tanrısı Ra, gizemli tanrı Amon ve ana tanrıça İsis'in de yer aldığı çeşitli tanrıların ilahî toplulukta en yüksek yerlerde bulunduğuna inanılmıştır. En yüksek tanrının genellikle dünyayı yoktan var ettiğine inanılmış ve sıklıkla güneşin hayat verici gücüyle ilişkilendirilmiştir. Önemli tanrılar hakkında kalan Mısır yazıtlarını temel alan bazı âlimler, Antik Mısırlıların her şeyin arkasında yer alan ve diğer tüm tanrılarda bulunan tek bir ilahî gücü tanıdığını ortaya sürmüştür. Ancak Antik Mısırlılar, MÖ 14. yüzyılda kişiselleştirilmemiş güneş tanrısı Aton etrafında odaklanmış resmî bir tek tanrıcı Aton dönemi dışında çok tanrılı dünya görüşlerini değiştirmemişlerdir. Bu da Hititlerin açıkça bin tanrılı halk oluşuna tekabül ediyordu.

Tanrı ve tanrıçaların dünyanın her yerinde mevcut olduğuna, doğa olayları ile insan yaşamını etkileyebildiklerine inanılırdı. İnsanlar kişisel nedenlerle olduğu kadar devlet ayinlerinde tapınaklarda ya da resmî olmayan mihraplarda tanrılar ile etkileşime geçerlerdi. Mısırlılar ilahî yardım almak için dua ederler, tanrıların harekete geçmesi için ritüeller düzenler ve tavsiye almak için yardımlarını isterlerdi. İnsanların tanrılarla olan ilişkileri Antik Mısır topluluğunun temel parçalarından biriydi.

Üç dilde bir kitabe olan Mısır'da bulunmuş Rosetta taşı'nı da henüz çevirmediklerini fark edince onu da türkçeye çevirmişti.

Antik Mısır geleneğine göre ilahî varlıkların sayısını kesin olarak ortaya koymak oldukça zordu. Mısır yazılarında doğası bilinmeyen ya da açık olmayan birçok tanrı olduğu gibi adı bile verilmeyen birçok tanrıya da doğrudan olmayan atıflar bulunmaktaydı.





17

"Ama bizden birşey isteniyor." dedi nihayet sabah Daria anlatısının sonunda.

"Onu ateşli haldeyken zaten sayıkladın Daria fakat ayrıntıları vermedin"

"Kılıç uzun zamandır toprağın altında olduğundan uzun zamandır yapılamayan bir ritüelin yerine getirilmesi gerekiyor." dedi Lucy.

"Santa Lucia" dedi Salman. "Bin yıldızlı gök adına" dermiş gibi.

 
Gümüş yıldız denizde parlıyor

Dalga sakin, rüzgar bereketli
 
 
Çevik küçük tekneme gel

Santa Lucia, Santa Lucia
 
 
Bu Batı rüzgarı ile çok tatlı
 
Ah, gemide olmak ne kadar güzel

 
Haydi yolcular, çekilin
 
Santa Lucia, Santa Lucia
 
 
Ah tatlı Napoli, ah mübarek toprak

Yaratılışın gülümsemek istediği yer

 
Sen uyum imparatorluğusun
 
Santa Lucia, Santa Lucia
 
Sonraki günler Lucy'nin iyileşmesini ve ayağa kalkmasını bekleyerek geçti. Sonra kamp malzemeleri, mat, matara, su kaynatmak için portatif bir gaz ocağı almakla geçti. Sonunda bir noktada uzlaşmışlardı. Herkes birbirinin olmazsa olmazlarını yerine getiriyordu. Onlara düşen de buydu. Lucy ile İstanbul'da dışarıda olmak bir rüya gibiydi. Daria'nın yeniden dönmüş olduğunu bir kez daha ve kesin bir açıklıkla görüyordu ve hala durum en olağanüstü görünen şeyleri yaşasalar ve yaşamaya yakın olsalar da inanılmaz görünüyordu. Gidecekleri yer tam olarak kesinleştiğinde bir 4x4 kiralamışlardı. Sert bir arazide olabildiğince içeri gireceklerdi. 




18

İstanbul'dan sabahın köründe yola çıkıp altı saatten fazla araba sürmüşlerdi. Kiraladıkları Jip öyle kuvvetli  horulduyorduki bazen durup hararet yapıp yapmadığını kontrol ediyorlardı. Kılıcı uğrayıp Necati beyden alırken onu yeniden almalarının sebebinin mantıklı bir hikaye ile açıklanamayacağı dışında herhangi bir açıklama yapmamışlardı. Lucy ile olması yadırgayan ve yargılayıcı bakışlarla karşılanmıştı ve orada daha fazla kalıp istemediği başka soruları daha cevaplamak mecburiyetinde kalmak istemiyordu. Jipte Lucy'nin istediklerini dinliyorlardı. O da Mavi Sakal'ı sevmişti. 

Sen

Gönlümde

Dolaştın ya

Artık çıkmazsın içimden

Ya da ben çıkaramam

Üstü açık yeşil siyah jiple Şile taraflarında dolaşıyorlardı. Her taraf yeşil ormanlık alanlarla doluydu. Bir medeniyet belirtisi görmek güç hale gelmişti. Yollar çok virajlıydı. Dönüp dönüp duruyorlardı. Yön duygularını kaybetmişlerdi. Sadece yol tabelalarına itaat ediyorlardı. Aslında bir ara tabelalar da onları şaşırtmayı başarmış ve tamamen kaybolmuşlardı. Ama gerisin geriye dönerek yeniden yolu bulmuşlardı. Bütün yollar yeşille gölgeliydi. Her yer birbirine benziyordu. Ağaçların dalları üzerlerine sarkıyordu. Virajların bazısında içeri doğru açılan çamurlu toprak alanlar vardı. Buralarda suyunun akımı hiç kesilmeyen soğuk su veren çeşmeler vardı. Bunların birinden sularını tazeleyip bandalarını ıslatıp yeniden başlarına korsan gibi bağlayarak yola devam ettiler. 

Birbiri ardına  dalgalı deniziyle iki uzun ve kalabalık plaj gördükten sonra yeniden yeşilin içine, yalnızlık ve sessizliğin ortasına dalmışlardı. 

"Ses ne diyor" dedi Salman gülerek.

Lucy ile "Kablosuz ağ" diyerek dalga geçiyordu. Bu aynı zamanda internet bağlantılarının da ismiydi. 

"Hiçbirşey" dedi Lucy. "Talimatlara göre devam etmeliyiz"

Sonunda öğleden sonraya doğru "Buradan içeri girmeliyiz" dedi Lucy. Ağaçlıklı bir alandı. Aralarındaki boşluk alanlardan sert sallantılar geçirerek girebilecekleri kadar içeri girdiler ama nihayet çalılık bir alanda jipten inmek zorunda kalmışlardı. 

"Buradan ilerliyoruz" dedi Lucy.

Tepeyi gösteriyordu.

"Ve uzun bir yolumuz var" 

Vadiyi izleyen yolun kapanmış olduğunu tepeyi aşmaları gerektiğini anlattı. Ağaçlar o denli sık bir hale gelmişti ki kuş uçuşu mesafe ile yürüdükleri yol arasında zaman bakımından kat kat fark vardı. Maki ve makimsi bitkilerin yoğunlaştığı yerlerde bazen kılıcı pala gibi kullanarak yol alıyorlardı. Böyle bir yol hayal etmedikleri için buna hazırlıklı gelmemişlerdi. 
Lucy uzun zamandır kendini hiç bu kadar iyi hissetmediğini söylüyordu. Yeşil doğa onu açmış ve kendine getirmişti. Ses onu yönlendiriyordu.
Ağaçlık alanın sıklığından ötürü hava çok erken kararmaya başladı. Matlarını serebilecekleri bir genişlik bulduklarında mola verdiler. Geceyi burada geçireceklerdi. Lucy gaz ocağını yakıp kahve pişirdi. Teneke termosta yaptığı sert kahveyi Salman'a uzattı.

"Bunu daha sık yapmalıydık" dedi hala yaşadığı zamanları kastederek.

"Burası en kafa bardan çok daha iyi" diye onayladı Salman.

Her taraf yeşildi ve yeşil sık örülü bir çatı olarak üstlerine kapanmıştı. Gecenin karanlığında hatırladığı mitolojik hikayeleri anlattı Salman. Ardından gelen sesleri dinlediler. Havanın tamamen kararmasıyla birlikte yüksek sesli bir uğultu başlamıştı. Kuşların ve çoğunlukla böceklerin tekdüze sesleri her tarafa yayılıyordu. 

"Yıldızları görebileceğimizi hayal etmiştim" dedi Salman.

"Bende balık tutabileceğimiz bir nehirle karşılaşmayı ummuştum ama bütün sular yeraltından çıkıyor ve çeşmelere yönlendirilmiş durumda"

Sabah etraflarındaki böğürtlenleri gördüler. Kahvaltılarını yaptıktan sonra çalılardan böğürtlen topladılar. 

Ormanın içinde uzun bir yürüyüşten sonra keşfedilmemiş yeşilliklerle çevrili lahit kapağını açmaya çalışıyorlardı. Gömücüler tarafından henüz keşfedilmediğinden emindiler çünkü bulduklarında derhal kapağı ya da lahidin yanını kazmalarla parçalayıp açıyorlardı. Mezara törenle konulmuş ölüye ait eşyaları yağmalıyorlardı. Burada yan yana iki büyük mermer lahit vardı. Yeşilliklerin içinde kaybolmuş gibiydi. Lucy'nin uyarıları olmasa öylece yanından yürüyüp gidebilirlerdi. Ses lahitlerden sağdakini açmalarını istiyordu ancak mermer kapak hareket etmiyordu. Sonunda buldukları sağlam sopalardan biriyle kaldıraç kuvvetiyle ilk direncini kırıp bir parça hareket ettirmeyi başardılar. Sonra birlikte ittirerek bir kişinin geçebileceği bir açıklık yaratıp el fenerini içeri tuttular. Burada bir mezar ya da ölü yoktu. Sadece aşağı inen taş merdivenler vardı. Yosunlarla sarılmıştı. Açıklıktan mermerdeki çatlaklardan girip çıkmaya alışmış bir akrep çıkıp gitti. Salman içeri eğilerek girdi ve ışığı önüne tutarak ilerledi. Nihayet aşağıya inen merdivenlerden geçip taş geniş bir odaya vardılar. Dört tarafta büyük parçalardan kesilmiş geniş tuğlalarla örülmüştü. Odanın ilerisinde bir çeşit büyü ritüellerinde kurbanın konacağına benzeyen bir çeşit sunak taşı vardı. 

"Şimdi." dedi Lucy. "Sadece doğal ışık olmalıdır."

Salman gaz ocağını yakıp kenara çekildi. Lucy kendisinin de ne anlama geldiğini bilmediği bazı latince sözler söyledi ve o da geri çekildi.

"Tamam. Hepsi bu kadar olmalı" 

Önce sessizlik vardı. Kendi gölgelerinin duvarlara yansıması dışında hiçbir şey hareket etmiyordu. Sonra çıtırtılar ve sürüklenme sesleri duyuldu ve bir yılan topağı yukarıdan yavaşça sarkarak aşağı sunağın üstüne düştü. Çok fazla sayılamayacak kadar çok yılan büyük bir topak halinde kıvranmaktaydı. Topaktan çıkıp yönünü arar gibi yalpalayan başka yılanlar yeniden topağa geri dönmekteydi. Salman yanında getirdiği kalın düz uçlu tornavida ve çekiçle zeminde vurarak derin bir çatlak açtı. Kılıcı buraya   sapladı. Daha sonra sesin uyarısıyla geri çekildiler ve gölgeleri duvarlarda gidip geliyordu. Danseder gibi duvarlarda yılanların kıvranan gölgeleriyle birlikte kılıcın gölgesi uzun zaman vuruştular. Gölgelerin birbirlerine gireceğini birbirlerinde kaybolacaklarını sanırken ikisi de nihayet ayrıldı ve yeniden yerlerine geri döndüler. Salman kılıcı zeminden yeniden söküp aldı ve yılanların yanına geldi. Hepsi ölmüştü. Kılıcın ucuyla topağa dokununca yılanların tamamı küle dönmüş gibi toz olarak dağıldılar. Geldikleri merdivenlerden yeniden geri döndüler. Arabayı sesin yardımıyla da olsa bulmuşlardı. Kılıcı geri dönüş yolunda yeniden iade ederken kapıda "Hala mantıklı bir açıklamam yok" dedi. Jipe atlayıp kiraladıkları yere sürecekti. 

"Ama yeniden ihtiyacım olmayacağından eminim"

Bu konuda yanılıyordu.



20

Necati bey büyük beyaz seramik fincanda, makinede özel kendi harmanını pişirmiş türk kahvesi içiyordu. 

"Niye olmaz, bizim bacanağı yolladık bunu bulmuş" dedi. 

"Bununla ancak sazan avlanır" dedi Salman. Zıpkının ucundaki sivri mızrağı dalga geçer gibi salladı.

"Ben iri bir şey istemiştim. Adamın kemiğine girmesi lazım ki aşağıya dibe çekeyim"  


Son defa vedalaşması için getirilen masadaki kılıca baktı. Yatak odasından indirilmiş ve artık ellerinden çıkaracakları söylenmişti.

Kılıca el attı, omuzundan geçirip sallanır halde arabaya yürüdü. Zıpkını orada bırakmıştı. 

"Hadi gazan mübarek olsun" diye seslendiğini duydu arkasından. 

Lucy ile birlikte arabayla yarım saat adamın kaldığı tatil köyü yakınlarına dek sürdükten sonra kenara çektiler. Jetski onları beklemekteydi. Anahtarını söylendiği gibi maviye çalan kayanın altında budular. Lucy tek kişilik bir çadır açmıştı dar kumsalda.

"Ben seninle geliyorum" demişti sonra. 
"Yanında olacağım, seninle olacağım, herşey çok zorlaşabilir ama ben herşeyi senin için kolaylaştıracağım"

Lucy'yi orada bırakıp uzaklaşmak üzere hazırlandı. Konuşanın Daria olduğundan emindi. Hiç kimsenin olmadığı bir yerdi burası. 

"Şundan biraz ver" dedi.

Takırdayan buzlarıyla latte kıvamındaki kahveyi yudumladı. Dalgıç kıyafetini giydi ve Jetskiye binip on kilometre kadar yakınlarına yaklaştıktan sonra kayalıkların orada önceden planlanan yere bıraktı ve üstünü çalılarla kapattı. Dalgıç elbisesinin üstünü de giydi ve dalarak tatil köyünün açıklarına yüzmeye başladı. Denizin içi kirliydi. Denizin canlı hayatı adına hiçbir şey yoktu. Dibin tamamı yılana benzeyen uzun pislikten beslenen deniz hıyarlarıyla doluydu. 

Kafasını sudan çıkardığında her gün olduğu gibi onbiri geçerken adamın kıyıda yüzmeye başladığını gördü. Yüzmeye devam etti. Kafasında birbiriyle ilintisiz düşünceler akıyordu. Sonunda genç karısına gösteriş yapmak için dubalara dek yüzmeye karar verince Salman'a yaklaşmıştı. Yakınlarda birkaç kişi daha vardı ama aldırmadı. Kılıcı adamın sırtından soktu çevirdi ve daha derine sapladı. Bağırmasını engellemek için dibe doğru çekmişti. Birkaç kişi aynı sahilden daha sonradan orada bir balıkadam gördüklerini söyleyeceklerdi. Öldüğünden emin olduktan sonra bıraktı, yavaşça şişen cesedi yüzeye çıktığında ve  sahilin cankurtaranları ulaştığında epeyce uzaklaşmıştı. Aynı yolu yavaşça yüzerek olabildiğince dipten kat etti. Tüpü yeniydi ve epey havası vardı. Kenara yaklaştı. Jet skinin üstüne atladı. Tehlike hala geçmemiş gibi etrafı araştırıyordu ama gerçekte artık olay mahallinden çok uzaklaşmıştı. Balıkadam teçhizatını kıyafetleriyle birlikte ağırlığa bağlayarak açıklarda denize attı. Şort ve tişörtüyle sürmeye başladı. Arabanın olduğu yere geldiğinde Lucy'ye el salladı. Telefonunu alıp Jet ski yerinde diye mesaj gönderdi. Bu adamları hiç tanımamaktadır. Sadece istedikleri aracı temin etmişlerdir kısa bir süre için. Anahtarı yine mavi kayanın altına koydu ve arabayla uzaklaştılar.


21

"Daria?"

"O gitti" dedi Lucy. "Seni daima bekleyeceğini söyledi ve gitti." Lucy ile yalnız kalmıştı. O da birkaç gün sonra ülkesine dönecekti. Ancak soruşturma çok hızlı ilerliyordu.


"Balıkadam kıyafetli birini gördük" tanıklığından balıkadam üstüyle jet ski süren gören birine, oradan su motorunun detaylı tarifine, oradan da "Tam o günlerde çalındığı görülecektir kayıtlara bakılırsa" ya aldırmadan ve kanmadan araştırmalarını ilerletip arabaya varmışlardı. Araba geçip gidenlerin arasında değildi. Kameralardan belirli bir kilometreden sonra çıkmadığı görülüyordu. Orada bir yerde kenara çektiğine kadar bulmuşlardı. Arabadan Necati beye ulaşmış ve sorguluyorlardı. O yüzden hızla Lucy'nin yanında Amerika'ya kaçmıştı. Herhangi bir şey çıkmadığı ve geri dönüş yolu açılana kadar kaçak hayatına benzer motellerde kimliksiz geçen birkaç hafta yaşamış, daha sonra geri dönmüştü. Salman onu daima bekleyeceğini biliyordu. Necati bey polis sorgusunda günlerce konuşmamıştı ve herşey kısa zamanda normale dönmüştü. 

Kılıç şu anda başka savaş görmüş Kilijler, Yatağan, Gaddare, Şaşmir, Karabela, Dımışki, Hançer, Memlük Kılıcı, Palalar ve diğer benzerleriyle birlikte Topkapı müzesinde sergilenmektedir.

 
 
SON

Bu blogdaki popüler yayınlar

Maria Volkan AY [roman]

Taşta bir tuhaflık vardı. Taşın üstündeki ışık yansıyan bir ışığın parıldaması gibi görünmesine karşın taşın kendi içinden geliyordu. Çok geçmeden onu bir pusula gibi avucunda tuttuğunda ışığın belirli bir yönü işaret ettiğini keşfetmişti. Kahvesini büyük karton bir bardağa alıp, saç bandını taktı. Üstüne hafta sonları neredeyse üstünden çıkarmadığı kırmızı kapşonlusunu geçirip anahtarı eşortmanın cebine atıp dışarı çıktı. Bordo renkli yuvarlak taş onu yönlendiriyor, bir yere götürüyor gibiydi.  Taşın onu kendi  ilk bulunduğu yere yeniden götürdüğünü keşfetmesi uzun sürmedi.  roman indir     m.a.r.i.a OYUNUN RUHU kitabı satın almak için tıklayın 1. Başlangı ç Dünya büyüyor, kalabalıklaşıyor ve çağlar birbiri ardına açılıp kapanıyorlardı. Maria kafasını boşaltmak i ç in ç alıştığı onaltıncı kattaki şirketten kafasını caddeye doğru dışarı ç ıkarıp "RAAAAAAA" diye bağırdı. Haftasonuna bırakmak istemiyordu çü nk ü hafta sonu gelmek istemiyordu. Ç oğunlukla sinirlenmiyo

Tur Dağı Paramparça Volkan Ay [roman]

TUR DAĞI PARAMPARÇA VOLKAN AY kitabı satın almak için tıklayın Uzak göklerde ve tamamlanmamış yıldız atlaslarında aranılan Marla'ya... ve toprak parçalarında nefeslenen başka ruhlar da, onun sessiz ışıltısını görmek, tek nefeste söylenilen adını seslenmek için asırlarca dolaşmıştılar uzun bir lanete uğramış ya da herşeyi açığa çıkarıp berraklaştıran efsunlu bir gök yağmuruna tutulmuş gibi  Tur Dağı Paramparça  Roman İndir     Birinci Kitap     HERŞEY VAHŞİ HERŞEY SESSİZ                       Bismillahirrahmanirrahim;   Bu defteri Recebülevvel ayının onyedisi yahut onsekizinde yazmaya başlıyorum. Defter Atlıhisar kasabasının   dağ k öyünden başlar, yürüyerek veya at   üstünde geçtiğimiz topraklarda, deve tepelerinde sallanarak aştığımız çöllerde ve yelken açtığımız denizlerde yaşadıklarımızı anlatır. Yola çıkışımızdan, g üvenli taş duvarlarla çevrili   sıcak yataklarımızın huzurlu sıcaklığına varıncaya dek her günü, her yolu, geçtiğimiz her çö

BANA KAHVE ISMARLA

 Diyelim ki romanlarımdan birini ya da tamamını okudunuz ve bana kahve ısmarlamak istiyorsunuz. İşte bunun için bir bağlantı. Şimdiden Teşekkürler...   BANA KAHVE ISMARLA ya da Türküz türkü çığırırız nedir bu dolar işleri diyorsanız. Doğrudan IBAN numaram: Volkan AY : TR02 0006 2000 2050 0006 8734 68 Bana kahve ısmarlayın.     The publishing world is facing a crisis today. Magazines are closing one by one. Publishing houses cannot print books. The biggest reason for this is the huge increases in paper prices. We need the attention of especially aristocratic bourgeois families who have always supported art and science. This method, which was also tried by Stephen King, the author of fluent novels, tries to eliminate all kinds of intermediaries between the reader and the writer. Yayıncılık dünyası bugün bir krizle karşı karşıya. Dergiler tek tek kapanıyor. Yayınevleri kitap basamıyor. Bunun en büyük sebebi kağıda gelen büyük zamlardır. Sanata ve bilime her daim destek olmuş özellikle ar

Gece Köpekleri Volkan Ay [roman]

  Gökyüzünün büyük nükleer savaş ve sonraki kimyasal silahların kullanıldığı döneminden kalan çürümüş bataklık yeşilinin önceleri daha zehirli bir parlaklığı vardı. Sonraları ölmekte olan bir sarmaşığı andıran gök zaman zaman gün batımlarında eski televizyon dizilerinde gördüğümüz, çocukluk günlerinden hatırladığımız gibi iç karartıcı bir bakır kırmızısına dönüyordu. Böyle zamanlarda nedenini bilmesek de Shelly daha üzgün görünürdü. Uyanamadığımız bir rüyanın ya da gerçekliğini inkar ederek kurtulmaya çalıştığımız eski bir anı parçasının içinde sıkışıp kalmış gibi.  GECE KÖPEKLERİ VOLKAN AY roman  indir Satın almak için tıklayın     "...bütün mümkünlerin, esasında ebedi olarak hazır [actuel] olduğunu ve halin geçmişten ibaret  ve geleceğe gebe bulunduğunu, geleceğin mümkün olmaktan ziyade, yüksek idrakın gözünde zaten var olduğunu, mümkün ile varlığın ayrılması bizim görüş tarzımızda asıl şeyler arasında zamanın konmasından doğan bir kuruntu olduğunu kabul etmek lazım mıdır? Bu do